Marcus Aurelius

Akıl ve Bilim Üzerine

Rembrandt - De Staalmeesters
Akıl nedir. Bir insan akıl yürüttüğünde bütün yaptığı, parçaların toplanmasından oluşan bir toplam veya bir toplamın bir başka toplamdan çıkarılmasından oluşan bir bakiye düşünmektir; bu, sözcüklerle yapılıyorsa, bütün parçaların adlarının diğer parçanın adı ile ilişkisinin düşünülmesidir. Toplama ve çıkarmanın yanı sıra, sayılar gibi bazı şeylerde, insanlar, çarpma ve bölme gibi başka işlemlerden de bahseder, fakat bunlar aynı şeydir; çünkü çarpma, eşit şeylerin toplanmasından; bölme ise, bir şeyin, mümkün olduğu kadar fazla çıkarılmasından başka bir iş değildir. Bu işlemler sadece sayılara özgü olmayıp, birbiri ile toplanabilen ve birbirinden çıkarılabilen her şey için geçerlidir. Aritmetikçiler nasıl ki sayıları toplamayı ve çıkarmayı öğretiyorlarsa, geometriciler de aynı şeyi çizgiler, üç ve iki boyutlu şekiller, açılar, oranlar, defalar, hız, kuvvet, güç dereceleri ve benzerleri biçiminde öğretirler; mantıkçılar da, bir beyan oluşturmak için iki adı yan yana getirerek; bir tasım (kıyas) oluşturmak için iki beyanı birleştirerek; bir sonuç çıkarmak için de birden fazla tasımı kullanarak, aynı şeyi söz zincirleri biçiminde öğretirler; ve bir tasımın toplamından, veya sonucundan bir önermeyi çıkarıp bir başkasına varırlar. Siyaset yazarları, akitleri bir araya getirip insanların görevlerini bulurlar; hukukçular ise, özel şahısların işlerinde neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bulmak için yasaları ve olayları bir araya getirirler. Özet olarak, toplama ve çıkarma için hangi konuda olursa olsun bir yer varsa, akıl için de vardır; bunların olmadığı yerde, akıl için yapacak bir şey yoktur.
Aklın tanımı. Ne olduğunu tanımlayabileceğimiz, yani belirleyebileceğimiz, bütün şeylerden akıl sözcüğüyle kastedilen, zihnin melekeleri arasında bulunur. Bu anlamda, AKIL, düşünme yeteneği, yani düşüncelerimizin işaretlenmesi ve ifade edilmesi için üzerinde anlaşılmış genel adların hesaplanmasından, yani toplanması ve çıkarılmasından, başka bir şey değildir; kendi kendimize düşünürken, düşüncelerimizin işaretlenmesi, düşüncelerimizi başkalarına gösterir veya bildirirken ise ifade edilmesi diyorum.
Doğru akıl nerededir. Aritmetikte, eğitimsiz insanlar nasıl yanılıyor ve yanlış toplama yapıyorlar, hatta öğretmenler bile sık sık yanılabiliyor ve yanlış toplama yapabiliyorlarsa; herhangi bir diğer akıl yürütme alanında da, en yetenekli, en dikkatli ve en deneyimli kişiler yanılabilir ve yanlış sonuçlar çıkarabilirler; sadece, akıl daima doğru akıl olduğu için veya aritmetik kesin ve yanılmaz bir bilim olduğu için değil; fakat, tek bir kişinin aklı veya çok sayıda kişinin aklı kesinlik sağlamadığı için; tıpkı, çok sayıda kişi onu oybirliğiyle kabul etti diye, bir hesabın doğru yapılmış olduğu söylenemeyeceği gibi. Dolayısıyla, bir hesapla ilgili bir anlaşmazlık olduğunda, taraflar kendi rızaları ile, bir hakem veya yargıcın aklını doğru akıl yerine koymalı ve onun kararına uymalıdırlar. Aksi takdirde, doğa tarafından bahşedilmiş bir doğru akıl olmadığından, aralarındaki anlaşmazlık kavgayla bitecek veya çözülmeden kalacaktır; ne türden olursa olsun bütün tartışmalarda durum böyledir. Başkalarından daha akıllı olduklarını düşünen insanlar, yargıç olarak doğru aklı yaygara ile talep ettikleri, fakat her işin sadece kendi akıllarıyla belirlenmesinden başka şey istemedikleri vakit; bu, insan toplumunda, kağıt oyununda koz belirlendikten sonra bir oyuncunun kendi elinde hangi renkten en çok kağıt varsa her durumda o rengi koz olarak kullanması kadar müsamaha edilemez bir şeydir. Çünkü onlar, içlerine doğan her bir duygunun doğru akıl olarak kabul edilmesini istemekten başka bir şey yapmazlar ve böylece kendi tartışmalarında, sahip olduklarını iddia ettikleri doğru akıldan aslında yoksun bulunduklarını açığa vururlar.
Aklın faydası. Aklın faydası ve amacı, adların ilk tanımlarından ve belirlenmiş anlamlarından uzak bir veya birkaç sonucun toplamının ve doğruluğunun bulunması değil, bu ilk tanım ve anlamlardan hareketle, bir sonuçtan bir başka sonuca ilerlemektir. Çünkü, nihai çıkarsamanın üzerine dayandığı bütün teyitler ve retler kesin olarak doğru olmadıkça, o çıkarsamanın da kesin doğruluğundan söz edilemez. Tıpkı, bir aile reisinin, hesap yaparken, her bir faturanın faturayı veren satıcı tarafından nasıl toplanmış olduğuna veya ne için ödeme yaptığına bakmaksızın, bütün harcama faturalarının toplamını almasının, muhasebecilerin beceri ve dürüstlüğüne güvenerek hesabı yekun olarak kabul etmesine göre, kendisi için daha yararlı olmadığı gibi: başka şeylerle ilgili akıl yürütmelerde de, yazarlara güvenip sonuçları olduğu gibi kabul eden ve onları her bir hesaptaki (adların tanımlarla belirlenmiş anlamları olan) ilk kalemlerden türetmeyen birisi emeğini ziyan eder ve hiçbir şeyi bilmez, sadece inanır.
Hata ve saçmalık üzerine. Herhangi bir şeyin görülmesi üzerine, ondan önce ne gelmiş olduğunu veya onu neyin izleyebileceğini tahmin etmemizde olduğu gibi; bir insan sözcükleri kullanmadan düşündüğü zaman, ki belirli bazı şeylerde bu yapılabilir, izleyebileceği düşünülen şey izlemez ise veya önce gelmiş olduğu düşünülen şey önce gelmemişse, buna hata denir; ve en basiretli kişiler bile bundan uzak değildir. Ancak, genel anlamlı sözcüklerle düşündüğümüz ve doğru olmayan bir genel çıkarsamaya vardığımız zaman, buna genellikle hata denilse de, bu gerçekte bir saçmalık veya anlamsız konuşmadır. Çünkü, hata; bir şeyin o şey olmadığı veya olmayacağı halde ve bu olanaksızlığın keşfedilmesi mümkün değil iken, olduğu veya olacağının sanılmasındaki yanılmadır. Fakat, genel bir beyanda bulunduğumuzda, bu doğru bir beyan olmadıkça, onun olabilirliği tasavvur edilemez. Ve sesten başka hiçbir şey algılamadığımız sözlere saçma, anlamsız ve abes deriz. Dolayısıyla, adamın biri bana, yuvarlak bir dörtgen, veya peynirde ekmeğin özellikleri, veya maddesiz cisimler veya özgür bir uyruk, veya özgür irade, veya engellenmekten özgür olmak dışında, herhangi bir özgür oluştan söz etseydi, onun hatalı olduğunu değil, fakat sözlerinin anlamsız, yani saçma olduğunu söylerdim.
Daha önce, ikinci bölümde, insanın, herhangi bir şeyi algıladığında, o şeyin sonuçları ve kendisinin onunla neler yapabileceği konusunda düşünmeye yatkın olması yeteneğiyle bütün hayvanlardan üstün olduğunu söylemiştim. Şimdi de, insanın, sözcüklerle, bulduğu sonuçları teoremler veya aforizmalar denilen genel kurallara indirgeme yeteneğiyle aynı derecede üstün olduğunu; yani, sadece sayılarla değil, biri diğerine eklenebilen veya diğerinden çıkarılabilen bütün diğer şeylerle düşünebildiğini ekliyorum.
Fakat bu ayrıcalık bir başka ayrıcalık tarafından, insan dışında hiçbir canlının sahip olmadığı saçmalama ayrıcalığı tarafından bir ölçüde giderilmektedir. Ve, bütün insanlar içinde, buna en fazla tabi olanlar felsefe ile uğraşanlardır. Cicero'nun onlar hakkında söylediği şu söz ne kadar doğrudur: filozofların kitaplarında bulunanlardan daha saçına bir şey olamaz. Bunun nedeni açıktır. Çünkü onlardan bir teki bile, muhakemesine, kullanacağı adların tanımlarından veya açıklamalarından hareket ederek başlamaz; ki bu sadece geometride kullanılmış olan bir yöntemdir ve işte bu nedenle geometrinin sonuçları tartışılmaz kesinliktedir.
Saçmalığın nedenleri. 1. Saçma çıkarsamaların ilk nedenini yöntemsizliğe bağlıyorum: şöyle ki, onlar muhakemelerine tanımlardan yani kullandıkları sözcüklerin belirlenmiş anlamlarından başlamazlar: sanki, bir, iki, üç gibi sayı sözcüklerinin değerini bilmeden hesap yapabilirlermiş gibi.
Bütün varlıklar farklı düşüncelerle hesaba katıldığı halde, ki bundan önceki bölümde bahsetmiştim, bu düşünceler değişik biçimlerde adlandırıldıkları için, onların adlarının karıştırılmasından ve beyanlara yanlış biçimde bağlanmalarından muhtelif saçmalıklar türemektedir. Dolayısıyla;
2. Saçma beyanların ikinci nedenini varlıkların adlarının özelliklere veya özelliklerin adlarının varlıklara verilmesine bağlıyorum; hiçbir şey, maddeden başka herhangi bir şeye zerk.edilemez veya verilemez olduğu halde, inanç zerk edilir veya verilir; mekan maddedir; fantazmalar ruhlardır, vs. diyenlerin yaptığı gibi.
3. Üçüncü nedeni, bizim dışımızdaki varlıkların özelliklerinin adlarının kendi varlıklarımızın özelliklerine verilmesine bağlıyorum; renk maddenin içinde bulunur; ses havada bulunur; vs. diyenlerin yaptığı gibi.
4. Dördüncü nedeni, varlıkların adlarının adlara veya konuşmalara verilmesine bağlıyorum; evrensel olan şeyler vardır; canlı bir yaratık bir türdür veya genel bir şeydir, vs. diyenlerin yaptığı gibi.
5. Beşinci nedeni, özelliklerin adlarının adlara ve konuşmalara verilmesine bağlıyorum; bir şeyin doğası onun tanımıdır; bir insanın emri onun iradesidir, vb. diyenlerin yaptığı gibi.
6. Altıncı nedeni, doğru düzgün sözcükler yerine benzetmeler, mecazlar ve diğer söz sanatlarının kullanılmasına bağlıyorum. Günlük konuşmada, yol şuraya veya buraya gider; atasözü, şunu veya bunu söyler gibi şeyler söylemek geçerli olsa da, yollar gidemez, atasözleri ise konuşamaz; ancak, düşünürken ve doğruyu ararken, bu gibi sözler kabul edilmelidir.
7. Yedinci nedeni ise, hiçbir anlamı olmayan, fakat okullarda öğretilen ve ezberletilen hypostatical, transubstantiate, consubstantiate, (Hypostatical: Teolojik hipostaz ile ilgili. Transubstantiate: Roma Katalik Kilisesi'nin öğretisine göre, ekmek ve şarabın, İsa'nın vücudu ve kanına dönüşmesi. Consubstantiate: İsa'nın son akşam yemeğindeki ekmek ve şarapla, İsa'nın vücudunun, fiili
maddesel varlığı ve birliği anlamındaki teolojik öğreti.) sonsuz-şimdi, ve alimlerin diğer anlamsız lafları gibi adlardır.
Bu şeylerden kaçınmayı bilen birisi için herhangi bir saçmalığa düşmek kolay değildir, meğer ki bir hesabın aşırı uzunluğu nedeniyle daha önce neler geçtiğini unutsun. Çünkü doğru ilkelere sahip olduklarında, herkes doğal olarak benzer biçimde ve iyi muhakeme yapar. Başka biri ona hatasını gösterdiğinde ısrar edecek kadar aptal bir insan var mıdır?
Bilim. Görülüyor ki akıl, algı ve belleğin tersine, doğuştan gelmez, basiret gibi deneyimle de edinilmez; fakat çalışmakla kazanılır; ilk olarak, adların doğru kullanılmasıyla; ve ikinci olarak da, adlar olan unsurlardan onların birbirine bağlanmasıyla oluşturulan beyanlara; ve oradan da, bir beyanın başka beyanlara bağlanmasıyla olan tasımlara ilerlerken, ta ki eldeki konuyla ilgili adlar, bütün sorunların bilgisine; yani, BİLİM denilen şeye varıncaya kadar, iyi ve düzenli bir yöntemin benimsenmesiyle kazanılır. Algı ve bellek, olmuş bitmiş ve geri döndürülmez bir olgunun bilgisi olduğu halde; bilim, sonuçların ve bir olgunun bir başka olguya bağımlılığının bilgisidir: bilim sayesinde, halen yapabileceğimiz Şeylerden, istediğimizde nasıl olup da başka bir şey veya başka bir zamanda benzer bir şey yapabileceğimizi biliriz; çünkü bir şeyin nasıl, hangi nedenlerle ve ne şekilde meydana geldiğini bilirsek, benzer nedenleri denetleyebildiğimiz vakit, o nedenlerden benzer sonuçlar çıkmasını da sağlayabiliriz.
Bu nedenle, çocuklar, konuşma yeteneğine erişene kadar, akıl sahibi değildir, fakat onlara, ileride konuşma yeteneğine erişmeleri olanağına sahip olduklarından dolayı, akla eğilimli yaratıklar denilir. İnsanların çoğu ise, bir ölçüye kadar, sayılarla hesap yapmak gibi, bir miktar muhakeme yeteneğine sahip olsalar da, deneyim farklarına, bellek hızlarına, çeşitli amaçlara yatkınlıklarına; fakat özellikle iyi ve kötü talihe ve birbirlerinin hatalarına göre, kendilerini kah daha iyi kah daha kötü yönettikleri yaşamda, bu muhakeme yeteneğini pek fazla kullanmazlar. Çünkü, bilim bakımından veya hareketlerine ilişkin belirli kurallar bakımından, ondan o kadar uzaktırlar ki onun ne olduğunu bilmezler. Geometrinin gözbağcılık olduğuna inanmışlardır: diğer bilimler bakımından ise, nasıl elde edildiklerini ve üretildiklerini görebilmeleri için, onların temelleri ve gelişimi kendilerine öğretilmemiş olan kişiler, bu noktada, üreme hakkında fikirleri olmayan ve, anneleri tarafından, erkek ve kız kardeşlerinin doğmuş değil bahçede bulunmuş olduğuna inandırılan çocuklar gibidir.
Ancak, bilim sahibi olmayan insanlar kendi doğal sağduyuları ile, yanlış muhakeme sonucunda veya yanlış muhakeme yapanlara inanmak yüzünden yanlış ve saçma genel kurallara varan insanlardan daha iyi ve daha soylu bir durumdadırlar. Çünkü, nedenlerin ve kuralların bilinmemesi, yanlış kurallara dayanmak ve araştırdıkları şeylerin nedenleri olarak yanlış nedenleri seçmek kadar yoldan çıkarmaz insanı. Sonuç olarak, insan zihinlerinin ışığı açık sözcüklerdir, fakat belirsizlikten tümüyle arındırılmış kesin tanımlara dayalı açık sözcükler; hareket noktası akıldır; bilimin gelişmesi yöntem; insanlığın yararı ise amaç. Benzetmeler ve anlamsız ve belirsiz sözcükler ise ignes fatui (parlak, ama boş ve aldatıcı şeyler) gibidir; ve onlara dayanarak düşünmek sayısız saçmalıklar arasında dolaşmaktır; bunların etkisi nifak ve ifsat veya istihfaftır.
Basiret.ve hikmet, aralarındaki fark. Deneyim çokluğu basirettir; bilimin çokluğu ise hikmet. Biz, her ikisi için de bilgelik sözcüğünü kullandığımız halde, Latinler prudentia (Basiret, sağduyu) ve sapientia (Hikmet, bilgelik.) arasında daima bir ayrım yapmışlar, birinciyi deneyime, ikinciyi ise bilime bağlamışlardır. Ancak, aradaki farkı daha açık göstermek için, silahlarını kullanmada mükemmel bir doğal beceriye sahip bir adam düşünelim ve bir başkasının da, bu beceriye, her bir durumda rakibine nereden saldırabileceği ve rakibi tarafından da nereden saldırıya uğrayabileceği bilimini öğrenip eklediğini varsayalım: işte burada, basiret hikmete göre ne ise, . birincinin yeteneği de ikincinin yeteneği karşısında odur; her ikisi de yararlıdır; fakat ikincisi yanılmaz niteliktedir. Fakat sadece kitapların otoritesine güvenerek, körleri körce izleyenler, bir eskrim ustasının yanlış kurallarına güvenip rakibine kibirle saldıran ve sonra da rakibi tarafından öldürülen veya aşağılanan birisi gibidir.
Bilimin işaretleri. Bilimin işaretlerinden bazıları kesin ve şaşmaz, bazıları ise kesinlikten uzaktır. Herhangi bir şeyin bilimine sahip olduğunu iddia eden birisi onu öğretebiliyorsa; yani, onun doğruluğunu açık bir biçimde başkasına gösterebiliyorsa işaret kesindir; sadece bazı özel olgular onun iddiasını doğruladıklarında ve pek çok durumda ise onun söylediğinin aksine çıktıklarında ise, kesin değildir. Basiretin işaretleri ise tümüyle belirsizdir; çünkü, başarıyı etkileyebilecek bütün durumları deneyimle gözlemek ve hatırlamak imkansızdır. Fakat, insanın kılavuz olarak kullanacağı yanılmaz bir bilimin olmadığı bir işte, kendi doğal muhakeme yeteneğini fırlatması ve kitaplardan okun" muş ve pek çok istisnaya tabi genel cümlelere göre hareket etmesi bir ahmaklık işaretidir ve, genel olarak, kitabilik şeklinde eleştirilir. Resmi kurullarda siyaset ve tarih hakkındaki bilgilerini göstermeye bayılan insanlardan pek azı bunu kendi ailevi işlerinde yaparlar; çünkü kendi özel işleri için yeterli basirete sahiptirler: Fakat, kamunun önünde iken, başka insanların başarılarından çok, kendi zekalarının şöhreti üzerinde dururlar.

Thomas Hobbes, Çev: Semih Lim, Leviathan, İstanbul:YKY, 2007, ss.41-46.
Akıl ve Bilim Üzerine Akıl ve Bilim Üzerine Reviewed by Tarih ve Felsefe on 4.1.17 Rating: 5
Blogger tarafından desteklenmektedir.