Marcus Aurelius

Özgürlüğün Sınırı Bireyin Liyakatıyla Orantılıdır

Jacques Réattu - Le Triomphe de la Liberté
"Halk; manevi düzeyini yükselterek kendi kendisini sevk ve idare edecek bir olgunluk derecesine ulaşmadıkça aşırı özgürlük; pek zararlı sonuçlar verebilir."
Bu sözü bütün uygar ülkelerin siyaset bilimcileri oy birliğiyle onaylıyor.
Öncelikle bu ciheti kanıtlayacak bir kaç örnek gösterelim: Alman doğa bilimcilerinden ünlü hekim Ernst Haeckel bir kitabında: "Yüzyılın gerçekleri halk arasında tamamıyla yayınlanıp genelleşmelidir ki siyasi durumlarda itidal ve sükunet ortaya çıkabilsin; böyle olmadıkça hükumet biçimi ister istibdat olsun ister meşrutiyet; gerçekte hepsi birdir" diyor.
Montesquieu'nün: "Her kavim layık olduğu hükumetle, layık olduğu kanunlarla yönetilir" sözleri bütün dünyada ünlüdür.
Max Nordau, önemli bir eserinde: "Halk hükumete ihtiyacı olduğuna dair nazlanmadıkça onu kendi hususiyetleri arasında bulacak ve bir dakika bile gerçek özgürlüğünü kazanmış olmayacaktır" diyor.
Bu kesin yargılardan biz şu sonucu çıkarıyoruz: Gerçek özgürlük hükumetin biçiminden çok bireyin tahsil ve terbiyesiyle, irfan seviyesinin mümkün ölçüde yükselmesiyle mümkündür.
Bu temel ilkeler ortaya konulmadıkça ve her türlü noksanlarımızın, her türlü acizlerimizin, hatta yoksulluk ve gereksinimlerimizin bile hafifletilmesini ve tedavisini hükumetten bekledikçe özgürlük ve meşrutiyetimizin biçiminde yükselmeyi değil alçalmayı beklememiz gerekir.
Muhalif partiler hükumete karşı: "Ahali aç kalıyor, daha bir fabrika bile açmadınız feryadıyla halktaki acz, bağlılık, sığınma hassalarını ilan edip yayarken; aynı zamanda "gerektiği kadar özgürlüğümüze malik olamıyoruz!" tarzındaki iddialar büyük bir çelişiklik içinde görünüyor! Biz her hareketimizle, her sözümüzle hükumetin üzerimizdeki sonsuz vesayetini onaylar hatta bu vesayetin daha genişleyip kuşatıcı olmasını istedikçe hükumete dolaylı olarak o kadar büyük bir yetki veriyoruz ki buna karşı bazı işlerin ayrıntılarına ilişkin itirazlarımız, bütün hesaplarımızı ve her türlü sorumluluğu üzerine yüklettiğimiz bir kâtibimizden on paralık bir masrafın hesabını sormamıza ve ona: "Sen bizim her işimize karışıyorsun" diye çıkışmamıza benziyor.
Madem ki onu bütün işlerimize vekil atadık, her şeye karışmak hakkıdır.
İşte biz hükumeti hala böyle bir vasi, böyle bir sorunlar çözücüsü varsaydıkça onun koyup ikame edeceği kuralları ve sınırları da hoş görmemiz gerekir.
Dünyanın hangi noktasına gidilirse gidilsin, en ilkel en vahşi kavimlerde bile hükumetin gücünün bireyin ilerlemesiyle ters orantılı olduğu göze çarpar. Eğer böyle olmasaydı kavimlerin durumunda uyum ve itidalden çok kargaşa ve ayaklanmaya tanık olunurdu. İngiltere'de önemli bir siyasi öğreti kurmuş olan Hobbes diyor ki:
"Doğada bir insan diğer bir insana karşı yardımcı ve dost değil adeta bir kurttur. Herkes her şeyi kendisi için istediğinden diğerlerini bu şeylerden mahrum etmeyi düşünür ve her insan böyle düşündüğünden çarpışmalar çıkar. Her kişi bütün diğer kişilere karşı savaşçıdır ve doğal durum çarpışmadır."
"Acaba kim kazanacak?.. Kuşkusuz ki gücü çok olan!. Bu yengi de pek doğal, pek mantıki, akla ve doğruya pek yakın bir şeydir, yani makul ve makbuldür. Doğal hukukun en doğrusu ve temellisi işte bu, yani hak kuvvetlinindir. Kuvvetli; zayıfın zararını gerektirebilir. Fakat bu zarar bir haksızlık değildir. Çünkü zayıf için bir hak, bir yasa var olamaz, olsa bile böyle bir yasayı uygulattırmak zayıfın harcı değildir."
"Neden şikayet ediyorsun? Kendi keyfimden çok senin keyfine mi hizmet edeceğim? Bu seni istediğini gerçekleştirmekten yoksun bırakmak için değil, kendi isteğimi yerine getirmek içindir. Muktedirsen sen de böyle hareket et... İşte en büyük düstur!.."
Hobbes'un bu düşünceleri, böyle hareket etmemizi tavsiye ettiği için değil, böyle harekete doğal olarak mecbur olduğumuzu göstermek için değerlidir.
İşte yaradılış olarak bu kadar fırsatçı; bu kadar çıkar düşkünü olan insanlar ancak terbiye, bilim, uygarlık düzeyidir ki teskin ve tadil ediyor ve gerçek çıkarın fırsatçılıktan ve mücadeleden çok barış ve sükunette olduğunu öğretiyor.
Böylece yapılan kanunlar, yani toplumdaki toplumsal bağlar bu sükuneti sağladığı halde makbul, aksi taktirde saçmadır.
Şimdi kendi toplumsal koşullarımıza bakalım. Geniş özgürlüğün bizdeki yansımalarını ve bu ilkeye dayanarak düzenlenen gayet sıkı yasaları göz önüne alalım ve bilelim ki bunların düzenlenmesine sebep hükumetteki istibdat eğilimi değil henüz bireyde hükmünü gerçekleştiren özgürlük anlayışının olmamasıdır!

Baha Tevfik, Günümüz Türkçesine Çeviren: Burhan Şaylı, Felsefe-i Ferd: Anarşizmin Osmanlıcası-I, İstanbul:Yumuşak G Yayınları, 1997, ss.43-45.
Özgürlüğün Sınırı Bireyin Liyakatıyla Orantılıdır Özgürlüğün Sınırı Bireyin Liyakatıyla Orantılıdır Reviewed by Tarih ve Felsefe on 13.4.17 Rating: 5
Blogger tarafından desteklenmektedir.