Marcus Aurelius

Adalet

William Holman Hunt - Rienzi
Bazı insanların zengin, bazılarının ise fakir doğması adil midir? Eğer adil değilse, bununla ilgili bir şeyler yapılmalı mıdır? Dünya -ülkelerin içinde ya da ülkeler arasında görülen- eşitsizliklerle doludur. Bazı çocuklar, konforlu, rahat evlerde doğarlar ve iyi beslenip, iyi eğitim alarak yetişirler. Diğerleri fakir doğarlar, yeterince beslenmezler ve asla ciddi bir eğitim ya da tıbbî bakım almazlar. Açıkçası, bu bir şans meselesidir: İçinde doğduğumuz sosyal ya da ekonomik sınıf veya ülkeden sorumlu değiliz. Buradaki soru şudur: İnsanların kendi hataları olmayan ve onlardan dolayı sıkıntı çektikleri eşitsizlikler ne kadar kötüdürler? hükumetler güçlerini mağdurlarının sorumlu olmadığı bu türden eşitsizlikleri azaltmaya çalışmak için kullanmalı mıdırlar?
Bazı eşitsizlikler kasten zorla dayatılmıştır. Örneğin ırk ayrımcılığı bir ırktan olan insanları başka ırktan olan insanlar için yasaklanmamış olan işlerden, ev sahibi olmaktan ve eğitim almaktan mahrum ediyor. Ya da kadınlar işlerinden çıkarılıyor veya yalnızca erkeklere tanınan ayrıcalıklar onlardan esirgenebiliyor. Bu, sadece bir kötü şans meselesi değildir. Irk ve cinsiyet ayrımcılığı açıkça adil olmayan şeylerdir: Bunlar insanların temel refahım etkilemesine izin verilmemesi gereken faktörlerin neden olduğu eşitsizlik örnekleridir. Adalet, fırsatların nitelikli olanlara açık olmasını gerektirir ve hükumet böyle bir fırsat eşitliğini güçlendirmeye çalıştığında, bu, açıkça iyi bir şeydir.
Ancak ırkçı ya da cinsiyetçi ayırımcılığın dışında, olayların günlük akışı içinde ortaya çıkan eşitsizlikler hakkında ne söylemek gerektiğini bilmek daha zordur. Çünkü, eğer fırsat eşitliği varsa bi­le, ve herhangi nitelikli birisi ırk, din, cinsiyet ya da etnik kimliğine bakılmaksızın bir üniversiteye gidebilir, bir iş sahibi olabilir veya bir ev satın alabilir ya da bir iş için rekabet edebilirse bile, yine de hala bir çok eşitsizlik var olacaktır.
Daha iyi koşullara sahip olmuş olan insanlar, genellikle, daha iyi eğitim almış, daha fazla kaynaklara sahip olmuş olacaklar ve dolayısıyla iyi işler için rekabet edebilecek daha iyi bir konumda bulunacaklardır. Bir fırsat eşitliği sisteminde bile, kimi insanlar başlangıçta belli bir avantaja sahip olacak ve sonunda da doğal yetenekleri aynı olan başka insanlardan daha kazançlı çıkacaklardır.
Sadece bu değil, doğal yeteneklerdeki farklar da rekabetçi bir sistemde sonuçtaki kazançlar bakımından büyük farklar oluşturacaktır. Yeteneklerine yüksek talep olanlar herhangi bir özel yetenek ya da hünerleri olmayanlardan daha fazla kazanabileceklerdir. Bu farklar da kısmen bir şans meselesidir. İnsanlar yeteneklerini kullanmak ve geliştirmek zorunda olmalarına karşın, gösterdikleri çabanın miktarı çoğu insanın Merly Streep gibi hareket etmesini ya da Picasso gibi resim yapmasını veya Henry Ford gibi otomobil üretmesini sağlamayacaktır. Benzer şeyler daha az başarılar için de geçerlidir. Hem doğal yetenek hem aile hem de sınıfsal geçmişi bakımından şanslı olmak rekabetçi bir toplumda kişinin gelirini ve konumunu belirleme bakımından önemli faktörlerdir. Eşit fırsat hep eşit sonuçlar doğurmaz.
Bu eşitsizlikler, ırk ve cinsiyet ayrımcılığı sonunda ortaya çıkan eşitsizliklerden farklı olarak, kendileri yanlış olarak görünmeyen eylemler ve tercihlerle ortaya çıkarlar. İnsanlar çocuklarını yetiştirmeye ve onlara iyi bir eğitim vermeye çalışırlar, ve bazılarının bu amaç doğrultusunda kullanmak için başkalarından daha fazla parası vardır, insanlar istedikleri ürünler, hizmetler ve işler için ücret öderler. Bazı iş sahipleri ya da imalatçılar, sundukları iş ya da ürüne daha fazla talep olduğundan dolayı diğerlerinden daha zengin olurlar. Her tür iş yeri ve organizasyon, işi iyi yapacak işçiler çalıştırmaya çalışır ve az rastlanır hünerleri olanlara daha fazla ücret öder. Eğer birincisinin maharetli bir aşçısı olduğu İkincisinin ise olmadığından dolayı lokantanın biri müşteri dolu ve diğeri de boş ise, birinci lokantayı seçen ve İkinciye gitmeyen müşterilerse çimlerinin ikinci lokantanın sahibi, çalışanları ve onların aileleri üzerinde olumsuz bir sonucu olmuş olsa bile, yanlış bir şey yapmış sayılmazlar. Bu sonuçlar bazı insanları oldukça kötü bir duruma düşürdüğünde son derece rahatsız edicidirler. Bazı ülkelerde nüfusun büyük bir bölümü nesilden nesle fakirlik içinde yaşar. Fakat, Birleşik Devletler gibi refah içindeki bir ülkede bile, bir çok insan eğitime ve ekonomiye dayalı dezavantajlardan dolayı yaşama iki darbeyle başlar. Kimileri bu dezavantajların hakkından gelebilirler, ama bu daha yüksek bir başlangıç noktasından yola çıkıp da iyi bir şey elde etmekten çok daha zordur.
Hepsinin en rahatsız edicisi ise, refah, sağlık, eğitim ve gelişme bakımından zengin ve fakir ülkeler arasında var olan aşırı eşitsizliktir. Dünyadaki pek çok insanın bugüne kadar, ekonomik açıdan, Avrupa, Japonya ya da Amerika Birleşik Devletlerindeki en fakir insan kadar rahat etme şansı olmamıştır. İyi ve kötü şans bakımından ortaya çıkan bu büyük farklılıklar kesinlikle adil görünmüyorlar; ama, eğer bunlarla ilgili herhangi bir şey yapılması gerekiyorsa, bu yapılması gereken nedir?
Hem eşitsizliğin kendisi üzerinde hem de eşitsizlikten kurtulma veya eşitsizliği azaltma üzerinde düşünmemiz gerekir. Eşitsizliklerin kendileriyle ilgili temel soru şudur: Eşitsizliğin hangi tür den nedenleri yanlış nedenlerdir? Eşitsizlikleri azaltmayla ilgili temel soru ise şudur: Eşitsizliği ortadan kaldıracak hangi yöntemler doğru yöntemlerdir?
Kasten yapılmış ırk ya da cinsiyet ayrımcılığı vakalarında cevaplar kolaydır. Burada, eşitsizliğin nedeni yanlıştır; çünkü ayrımcı yanlış bir şey yapmaktadır. Eşitsizliği gidermek için basitçe ayrımcılık yapan kişiyi bunu yapmaktan alıkoymak yeterli olur. Eğer bir ev sahibi evini siyahlara kiralamayı reddediyorsa, böyle bir ev sahibi aleyhine dava açılmalıdır.
Fakat, başka vakalarda sorular daha zordur. Problem, yanlış bir şey olarak görünen eşitsizliklerin yanlış herhangi bir şey yapan insanlarla ilgili olmayan nedenlerden kaynaklanabilmesidir. Başkalarından çok daha fakir doğan insanların kendi hataları olmayan bir şeyden dolayı sıkıntı çekmeleri adil görünmüyor. Ama, bir yandan bazı insanlar para kazanmada başkalarından daha başarılı olduklarından ve çocuklarına ellerinden geldiği kadar fazla yardım etmeye çalıştıklarından, öte yandan da insanların genelde refah ve pozisyonları giderek çoğalan ve nesilden nesle aktarılan kendi ekonomik ve sosyal sınıflarının üyeleriyle evlenme eğiliminde bulunmalarından dolayı bu tür eşitsizlikler hep vardır. İş kararları, mal mülk edinme, evlilikler, miraslar, çocuklar için harcanan çabalar ve onları okutmak için gösterilen gayretler gibi eylemler kendi başlarına yanlış bir şey olarak görünmüyor. Yanlış olan bir şey varsa eğer, bu, sadece sonuçtur; yani bazı insanların yaşama hak etmedikleri dezavantajlarla başlıyor olmasıdır.
Bu tür bir kötü şansa adil olmadığı için itiraz edersek, bu itiraz, insanların kendi hatalarından dolayı değil de, sadece içinde doğdukları sosyo-ekonomik sistemin normal işleyişinin sonucu olarak ortaya çıkan dezavantajlardan acı çektiklerinden dolayı yapılmalıdır. Ayrıca, bazılarımız, fiziksel açıdan engelli doğmuş olmak gibi bir kişinin kendi hatasından kaynaklanmayan bütün kötü şansların mümkün oldukça telafi edilmesi gerektiğine de inanır. Fakat, izninizle bu tartışmada böyle vakaları göz ardı edeceğim. Burada toplumun ve ekonominin özellikle de rekabetçi bir ekonominin işleyişinden kaynaklanan hak edilmemiş eşitsizlikler üzerinde yoğunlaşmak istiyorum. Bu hak edilmemiş eşitsizliklerin iki ana kaynağı, daha önce söylediğim gibi, insanların içinde doğdukları sosyo-ekonomik sınıflar arasındaki farklar ile insanların istenen işlerle ilgili doğal yetenekleri veya hünerleri arasındaki farklardır. Bu şekilde ortaya çıkan eşitsizliklerde yanlış bir şeyler olduğunu düşünmeyebilirsiniz. Fakat, eğer burada yanlış bir şeyler olduğunu ve bir toplumun bu eşitsizlikleri kaldırmaya çalışması gerektiğini düşünüyorsanız, o zaman ya eşitsizliğe yol açan nedenlerin kendilerine ya da doğrudan eşit olmayan sonuçlara müdahale edecek bir çözüm önermeniz gerekir.
Şimdi, gördüğümüz gibi, nedenlerin kendileri bir çok insanın zamanlarını ve paralarını nasıl harcayacakları, yaşamlarını nasıl yönlendirecekleri konusundaki göreli olarak masum tercihlerini içermektedir. Hangi ürünleri satın alacakları, çocuklarına nasıl yardım edecekleri ya da çalışanlarına ne kadar ücret ödeyecekleri konusunda insanlara müdahale etmek birileri banka soymak veya siyahlara ya da kadınlara karşı ayrımcılık yapmak istediğinde onlara müdahale etmekten oldukça farklıdır. Bireylere, ekonomik yaşamları açısından, daha dolaylı bir müdahale onlardan vergi almak, özellikle de kazançlarından, miraslarından ve zenginlerden fakirlerden daha fazla vergi alabilmek için düzenlenebilen bir şey den yani tüketim üzerinden vergi almaktır. Bu, bir hükumetin -insanların paralarının hepsini kendi mülkiyetlerinde tutmalarına müsaade etmeyerek- nesiller boyunca refah bakımından ortaya çıkmış olan büyük eşitsizliklerin daha fazla artmasını engellemek için başvurabileceği bir yoldur. Bununla birlikte, daha önemlisi ekonomik açıdan çocuklarım destekleyemeyen ailelerin çocuklarını desteklemek ve onlara yoksun oldukları eğitim avantajlarından bir kısmım sağlamak için vergiler vasıtasıyla elde edilen kamu kaynaklarım kullanmaktır. Kamuya ait sosyal refah programları, bunu, sağlık sigortası, yiyecek, barınma ve eğitimle ilgili belli başlı mali destekler sağlamak için vergi gelirlerini kullanarak yapmaya çalışırlar. Bu, doğrudan, sosyo-ekonomik sınıf farklarından doğan eşitsizlikleri ortadan kaldırmayı hedef alır.
Yeteneklerdeki farklılıklardan doğan eşitsizliklere gelince, kişinin, rekabetçi ekonomiyi feshetmeden, bu nedenleri ortadan kaldırmak için yapabileceği çok fazla bir şey yoktur. Yapılacak bir takım işler için insanları kiralama konusunda, insanlar arasında işleri, firmalar arasında da müşterileri kapma noktasında bir rekabet var olduğu sürece, bazı insanlar başkalarından daha fazla para kazanacaktır. Tek alternatif herkese aşağı yukarı aynı ücretin ödendiği ve insanların işlerine bir tür merkezî otorite tarafından atandığı, merkezî olarak idare edilen bir ekonomi olurdu. Bu sistem denenmesine karşın, onun hem özgürlük hem de etkinlik bakımından yüksek maliyetleri -başkaları farklı düşünse de, benim kanaatime göre, kabul edebilmek için oldukça yüksek maliyetleri- olmuştur.
Eğer birisi, rekabetçi ekonomiyi ortadan kaldırmadan farklı yeteneklerden doğan eşitsizlikleri azaltmak istiyorsa, bu eşitsizliklerin kendilerini hedef alması zorunlu olacaktır. Bu, yüksek gelirlerden yüksek vergi tahsil etmek ve herkese ya da en azından düşük gelirli insanlara bedava kamu hizmeti sağlamak suretiyle yapılabilir. Yine bu, para kazanma gücü çok düşük olanlara bir tür "negatif gelir vergisi" şeklinde nakit ödemeleri de kapsayabilir. Bu programların hiç birisi hak edilmemiş eşitsizlikleri tamamen ortadan kaldırmayacağı gibi, herhangi bir vergilendirme sisteminin, ekonomi üzerinde işçileri ve fakirleri de kapsayacak şekilde, önceden tahmin etmenin oldukça zor olabileceği başka etkileri de olacaktır; bundan dolayı bir çözüm üretme meselesi her zaman karmaşık ve zor bir meseledir. Fakat konuyu felsefî açıdan ele alıp üzerinde yoğunlaşılacak olursa, görülür ki, sınıf geçmişi ve doğal yetenekler nedeniyle ortaya çıkan farklardan doğan hak edilmemiş eşitsizlikleri azaltmak için gerek duyulan tedbirler vergilendirme vasıtasıyla insanların ekonomik faaliyetlerine müdahale etmeyi içerecektir: Hükumet bazı insanlardan para alır ve bunu başka insanlara yardım etmek için kullanır. Ama bu, vergilendirmenin yegane ve hatta temel kullanımı bile değildir. Çoğu vergiler fakirlerden daha çok, iyi durumda olan insanların yararlanacağı şeylere harcanırlar. Oysa, "yeniden tevzi edici" vergilendirme denilen ve problemimizle ilgili olan önemli bir vergilendirme türü bulunmaktadır. Bu tür bir vergilendirme, hükumet gücünün insanlara sadece hırsızlık ya da ayrımcılık gibi haddi zatında yanlış bir şey yaptıklarından dolayı değil, ama aynı zamanda adil görünmeyen bir sonuca katkıda bulunduklarından dolayı da müdahale etmek için kullanılmasını içerir.
Yeniden tevzi edici vergilendirmenin doğru olmadığım düşünenler vardır; çünkü, onlara göre insanlar yanlış bir şey yapmadıkça, tüm bu eşitsizlikleri üreten ekonomik etkileşimler yanlış olmadıkça ve insanlar tamamen masum olduklarında hükumet insanlara müdahale etmemelidir. Ayrıca, onlar bunların sonucunda ortaya çıkan eşitsizliklerin kendilerinde yanlış bir şeyler olmadığını da düşünebilirler. Onlara göre, bu eşitsizlikler hak edilmemiş ve mağdurların hatasından kaynaklanmamış olmalarına karşın, toplum onları düzeltmekle yükümlü değildir. Onlar diyecekler ki, yaşam tam olarak budur: Bazı insanlar diğerlerinden daha talihlidir. Bu konuda herhangi bir şey yapmak zorunda olduğumuz yegane an, kötü talihin birisinin başka birisine yanlış bir şey yapmasının sonucu olarak ortaya çıktığı andır.
Bu, tartışmalı politik bir mesele olup bu konuda bir çok farklı kanaat vardır. Bazı insanlar bir insanın içinde doğduğu sosyoekonomik sınıftan kaynaklanan eşitsizliklere, yetenek ya da hünerdeki farklılıkların sonucu olan eşitsizliklerden daha fazla kiraz ederler. Onlar bir insanın zengin mahallesinde bir diğerinin ise gecekondu mahallesinde doğmasının sonuçlarından hoşlanmazlar ve bir insanın kazanabileceği bir şeyi kendi çabalarıyla hak etmesi gerektiğini düşünürler. Bu yüzden, onlara göre, birinin satılabilir bir mahareti ya da sofistike hünerler öğrenme yeteneği varken, bir başkası ancak pek fazla maharet gerektirmeyen işleri yapabildiği için, birincisinin çok fazla İkincisinin ise çok az kazanmasında adil olmayan bir şey yoktur.
Ben kendim, her iki nedenden de kaynaklanan eşitsizliklerin adil olmadığını ve bir sosyo-ekonomik programın bu durumu yeniden tevzi edici bir vergilendirme sistemi vasıtasıyla önleyebilecek yerde bazı insanların kendi hatalarından kaynaklanmayan ağır maddi ve sosyal dezavantajlarla yaşamaları ile sonuçlanmasının kesinlikle bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bu konu hakkında kendi kararınızı vermek için hem eşitsizliğe yol açan hangi nedenleri adil bulmadığınız hem de hangi çözümleri meşru bulduğunuz üzerinde düşünmeniz gerekir.
Şu an, esas olarak, toplumsal bir sosyal adalet problemi hakkında konuşmaktayız. Problem, hem dünyada eşitsizliklerin çok fazla olmasından dolayı hem de tüm dünyadan vergi toplayabilecek ve bu vergilerin etkin bir şekilde kullanılmasını teminat altına alabilecek bir dünya hükumetinin yokluğunda hangi çözümlerin mümkün olduğu açık olmadığından dolayı, dünya ölçeğinde ele alındığında çok daha zordur. Büyük olasılıkla, bir çok yönden ürkütücü bir hükumet olacağı nedeniyle, şu an olduğu gibi, gelecekte de bir dünya hükumeti olması ihtimali yoktur. Buna rağmen, küresel adalet konusunda şu an sahip olduğumuz birbirinden ayrı egemen devletler sistemiyle ne yapılacağını bilmek son derece zor olsa da önümüzde hala bir küresel adalet problemi bulunmakta­dır.

Thomas Nagel, Çev: Hakan Gündoğdu, Her Şey Ne Anlama Geliyor: Felsefeye Küçük Bir Giriş, İstanbul:Paradigma, 2014, ss.53-59.
Adalet Adalet Reviewed by Tarih ve Felsefe on 13.4.17 Rating: 5
Blogger tarafından desteklenmektedir.