Marcus Aurelius

Genç Okuyuculara Tarih Üzerine

Bizim gençliğimizde tarih eğitimi münhasıran okul ders kitapları ile sınırlıydı. Pek iç açıcı üslubu olan ve üstat işi metinler değillerdi. Bu ders kitaplarının dışında gençlerde tarih sevgisini uyandıracak ve onları başka kitaplar okumaya sevk edecek yayınları bulmak güçtü. Bu gibi eserlerin sayısı çok sınırlıydı ve itiraf edeyim, bazen İstanbul'da basılan böyle bir kitabı Ankara'da bulmak mümkün değildi. Bu nedenle biz de yaz tatillerinde büyüklerimiz ile istediğimiz kitap varsa Beyazıt'taki sahaflara giderdik Mesela Ferenc Molnar'ın "Pal Sokağı'nın Çocukları" adlı kitabını bir büyüğümüz bize tavsiye etmişti, ancak sahaflarda bulunur dediği için annemi zorlayıp oraya götürmüş; bulduğumuz nüshanın ne hikmetse son sayfası da olmadığından neticeyi 20 sene sonra öğrenmiştim. Benzer durum benim her hafta "Hafta" dergisinde okuduğum Reşat Ekrem Koçu'nun kitaplarını ararken karşıma çıktı. Ancak İstanbul'da "İstanbul Ansiklopedisi" nin fasiküllerini bulabilip tabii ilgimi çeken bazı maddeleri okuyabilmiştim.
Bugün 10 yaşında bir çocuk Türkiye'de daha çeşitli, renkli, çekici üsluplu, hatta doğru tercüme edilen kitaplar bulabiliyor. Tarih bilgisi için lazım olan şey önümüze gelen ve ilgimizi çeken kaynağı okumaktır; özellikle bir Türk'ün dünya tarihi bilgisi edinmesi şarttır. Dünya tarihini 20 yaşından sonra. okumak ve öğrenmek önceden hiçbir temel birikim yoksa gerçekten iyi netice sağlamaz. Tarih bilgisi tıpkı spor gibi, musiki gibi erkenden beceri edinmemiz gereken bir alandır. Kuşkusuz tarihin yanında coğrafya atlasını siyasi ve fiziki olarak ezberlemek gerekir. Gençliğimiz coğrafya ve harita bilmiyor ve bu konuda, maalesef Orta Asya, bazı Ortadoğu, Kuzey Afrika ülkeleri ve özellikle ABD gençliği ile aynı  sorunu paylaşıyor. Şunu itiraf edeyim, Batı Avrupalılar, Orta Avrupalılar, Ruslar, Uzakdoğulular ve bilhassa Hindistan'ın okumuş gençliği coğrafyayı daha iyi bilmektedir. Tarih zamanlarda ve mekanlarda ustalıkla gezmeyi gerektirir. Bu gezinti için tıpkı piyanistin erken yaşlarda talimi gibi coğrafyayı ve dünya tarihinin ana hatlarını ezberlememiz gerekir. Türkçe'de bu ezberi verecek kaynaklar artık bulunuyor, kaldı ki bunun için yeterli İngilizceyi bilen gençlerin sayısı da bir hayli fazladır.
Tarih okumayı sevmek için, garip, fakat gerçektir ki, mitoloji yani menkıbe ve efsane okumayı sevmek ve alışmak lazım. Zira mitoloji okumanın evvelen bizim dışımızdaki bir dünyayı ilgiyle izletmek gibi bir alışkanlık verdiği açık. İkincisi mitolojiyi ve menkıbeleri iyi okuyan, bilen ve ustalık edinen okuyucuya bir takım tarihçi geçinen acemilerin gerçek dışı olguları yutturması mümkün değildir. Nitekim bu konudaki örnekleri aşağıda vereceğiz.
Hiç şüphesiz, tarih çizgisi üzerinde gezinmeye alışmamız lazım. Tarihin sıfır noktası bugün için Hz. İsa'nın doğumuna atfedilen yıldır. Oysa bu tarih Hristiyanlar arasında bile çok sonra tespit edildi. Romalılar için Roma şehrinin kuruluşudur ve 700 yıl daha eskidir. Yahudiler için Musa'nın Tur-u Sina'da Allah'ın emirlerini aldığı yıldır 5000 yıl evveline uzanır ve Müslüman milletler için Hz. Muhammed'in Medine'ye göç ettiği, İslam devletini kurduğu tarihtir; M. 622'yi karşılar. Bir takım eski olayları, noktaların evveli ve sonrası diye tarihleriz. Bizim kullandığımız Milad takvimine göre, mesela İskender'in zamanı Milad'dan önce 4. asırdır. İstan­bul şehrinin Büyük Konstantin tarafından Kostantinopolis olarak kuruluşu Milad'dan sonra 4. asırda 332'dir. Mektepte de öğrendiğimiz bu gerçeği maalesef zihnimizde talim konusu yapmadığımız için çabucak unuturuz. Okumuş kocaman adamlarda bile bu mefhum oturmaz. Hele hele Justinyan devrinde yani Ayasofya yapıldığında İtalya Roması'nda Fransa'da ve İran'da ne olduğunu kimse düşünmez ve düşünemez. İşte buna eş zamanlama noktası (senkronizasyon) diyebiliriz. Çok önemli bir kusurdur.
Tarih kaynaklarını bilmemek bu kaynakların çevirisinin noksan olduğu Türkçe'ye çevirilerini yapmamak ve zaten bunları kullanmamak en mühim noksanımızdır. Tarih metin ve filoloji demektir. En çok bu noksan üzerinde durmak gerekir.
Zamanımızın düşünürlerinden Daniel Halevy "tarihin hızlanması" diye bir kavramdan söz eder. Gerçekten de beşeriyet son üç asırda nüfus artışı ve bu artıştan dolayı ortaya çıkacak sorunları bertaraf edip hayatını sürdürebilmesi için anormal bir teknolojik değişme yaşamıştır. Büyüyen şehirler; eski tip organik enerjiye yani hayvan gücüne dayanan ulaşımın yerini anorganik enerjiye dayalı daha güçlü ve hızlı ulaşım sağlayan bir teknolojiye terk etmesini, konut mimarisinin değişmesini, şehirlerin sağlık tesislerinin hijyen şartları­nın değişmesini, ilerlemesini sağlamıştır. Beşeriyetin felsefe, tarihçilik, sanatlar alanında aynı temel değişiklikleri ve sür'atli değişimleri sağladığını söylemek güçtür. Bu nedenle beşeriyetin özünde bir ilerlemeden çok hayatını sürdürme için bir değişim geçirmesinden söz edilebilir.
Modern dünyada nüfus patlaması en büyük sorundur. Ne var ki toplumların bu alanda da eşdeğer ve eş zamanlı bir değişim geçirmediği açıktır. Mesela Britanya adalarının nüfusu 1700 ile 1800 arasında 6 milyondan 10,5 milyona çıktı. Ziraat ise, sadece yüzde 50 kadar hasılat artışı sağlamıştır. Ama dış ticaret hacminin aynı dönemde beş misli artması toplumun nasıl beslendiğini açıklamaya yetiyor. Nitekim kara yollarının uzunluğu da on misli artmıştır. Deniz ticaret filosu aynı şekilde gelişmiştir. Bu bize İngiltere'nin Akdeniz çevresi ve Yakındoğu limanlarında niye kaçak ticaret yaptığını da anlatıyor. Yani mesela Osmanlı İmparatorluğu'nda İstanbul'un beslenmesi için taşralardan bu şehre taşınacak bir takım tahıl ve meyve daha denizin ortasında İngiltere, Hollanda ve Fransa gemilerine devrediliyor. Bu aslında yasak bir ihracattır, fakat yapılıyordu. Şimdi Tanzimat dönemi adamlarının 1838 yılında İngiltere ile yaptığı ve ardından diğer Avrupa devletleriyle tekrarladıkları serbest ticaret antlaşmalarını nasıl değerlendireceğiz. Geçmişteki gelişmeleri bilmeyenler bu ticari sözleşmeler için ileri geri konuşmuşlardır. Halbuki bu devlet fiiliyattaki ticareti bu sayede kontrol edip vergilendiriyordu. O zaman değerlendirmelerimizi gözden geçirmeliyiz.
Avrupa'daki düzenli nüfus artışı dünyanın diğer kıtalarında bu kadar düzenli değildir. Hastalık ve kıtlık nüfusun bu derece artışını engelliyordu. Kıtlık deyince sadece Çin'i ve Hindistan'ı düşünmeyiniz; kuzeyimizdeki güçlü devlet Rusya da bile böyle bir felaket yaşanıyordu. Avrupa'nın dışında­ ki dünya tarım teknolojisi problemini çözememişti. Gleb Uspenski'nin "Çeyrek, At" başlıklı hikayesini hatırlayalım. Rus İmparatorluğu'nda özellikle orta Rusya bölgesinde her dört çiftçi ailesine ancak bir at düşüyordu. Ailenin bireyleri sabanlarını kendi kuvvetleriyle çekiyorlardı. Bu anlamda Osmanlı İmparatorluğu'nun Anadolu ve Rumeli ve "bereketli hilal" denen Suriye Lübnan ve Mezopotamya eyaletlerinde kitleleri telef eden, açlık yaratan kıtlıklar yoktu. Bereketli Mısır ise 19. yüzyıla kadar bunun bir istisnasıydı. Nüfus aynı asırda her yerde aynı hızla artıyor demek değildir. Nasıl ki bugün de ülkelerin bazılarında nüfus azalmaya başlamışken bazılarında hala artıyor. Türkiye'nin batısında nüfus azalırken doğusunda artmaktadır. Görülüyor ki tarihin itici faktörlerinden biri olan nüfus titizlikle tespit edilmesi gereken, taptancı değerlendirmeye konu olmayacak bir unsur ve gelişmedir.
Gene çok önemli bir alan, tarım coğrafyasıdır. İnsanların ne yediğini, ne ektiğini, belirli hayvanların ne zaman evcilleştirildiğini bilmek önem kazanmaktadır. Çağdaş arkeologlar bu verileri tespit etmeye başladığı zaman; getirdikleri bilgi bazen yazılı metinlerden daha çapıcı olmuştur. O nedenle tarihçiliğin yardımcı bilimleri ve uzmanları sonsuz sayıya kadar uzatılabilir. Esasen bu bilgileri tespit etmenin de yöntemleri her kültür çevresine göre farklıdır. Mesela 16. asır Avrupa'sında ziraat bitkilerinin isimleri sayılır, resimleri çizilir, haklarında el yazması ve hatta matbaa ile tespit edilen bilgiler vardır. Buna karşılık doğu ülkelerinde böyle kitaplar olmasa bile başka kaynaklar bulursunuz. Topkapı Sarayı'nın mutfak masraf defterleri, vilayetlerde günlük fiyatları, yani narhları tespit eden mahkeme sicilleri ve bazen hiç umulmadık yemek tarifi kitapları gibi kaynaklardan söz ediyoruz.
Yeryüzü tarihinin ülkeleri ve insan kitlelerini iç içe geçirdi diye tasvir edilen 18. asrını ele alalım. İngiltere'de gazete sadece büyük şehirde değil küçük şehirlerde bile çıkıyordu. Hatta bazı bazı halde kilise ve yardım kurumlarının bastığı bültenlerde bu gibi yardımlardan yararlanan fakirlerin sayı ve isimlerinin olduğundan meslektaşımız Aykut Kansu söz etmişti. Bizde ise aynı döneme ilişkin böyle teferruatlı kaynaklar bulunmaz, ama sırf bundan ötürü, geniş halk kitlelerinin hayat tarzını ve tüketim ölçülerini tespit edemeyiz demek yanlıştır. Resmi evrakın başka şubelerinden dolaylı bilgiler elde edebiliriz, hatta edebi metinler bile yardımcı olabilir.
Nihayet kendi ulusal ve yerel kaynaklarımız yardımcı olmasa bile başka kaynaklara başvururuz. Ülkemizi ziyaret eden seyyahların, diplomatların bıraktığı seyahatnameler veya ticaret erbabının işlerini takip eden konsolosların raporları bu bütündendir. Mesela 19. yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu için Britanya konsoloslarının tutmak zorunda oldukları ve basılı halde Britanya parlamentosuna sunulan raporlar önemli kaynaklardır. Üstelik bu seyahatname gibi kaynaklarda maddi bilginin ötesinde zihniyet gelişimini tespit edecek çok önemli veriler ve ifadeler yer alır. 16. yüzyıl sonunda Alman seyyah Salomon Schweigger; "Türklerin umumi bina ve mabetleri evleri ile mukayese edilmeyecek kadar muhteşem, oysa paşa evleri bile mütevazı ve hasisçe yapılmış" diyor. Bu Protestan bir hayat görüşünün yansıması olan bir değerlendirmedir. Bu açıkçası biz batılı seyyahları okuduğu­muz gibi mesela Fransız tarihçi ve toplum bilimci çevrelerde de Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi'nin Fransa Sefaretnamesi gibi eserler okunmakta ve yeni değerlendirmelere konu olmaktadır. Bu nedenledir ki tarihçinin değişik dillerdeki malzemeyi takip edip değerlendirebilmesi şarttır.

İlber Ortaylı, Tarih Yazıcılık Üzerine, Ankara: Cedit Neşriyat, 2011, s.153.
Genç Okuyuculara Tarih Üzerine Genç Okuyuculara Tarih Üzerine Reviewed by Tarih ve Felsefe on 1.10.14 Rating: 5
Blogger tarafından desteklenmektedir.