Günlerden alelade bir cumartesi ya da pazar ise ve siz de evinizde ne yapacağınızı bilmeden oturuyorsanız, yaşadığınız şehirde bulunan kedi barınaklarından birini ziyarete gidin derim. "Gidersem kendimi çok suçlu hissederim ve o zavallı kediciklerin hepsini birden eve getirmeye kalkanın!" düşüncesiyle evde kalmaya da devam edebilirsiniz elbette.
Ben de, tıpkı sizin gibi, yaz tatili bahanesi veya çeşitli nedenlerle dağda bayırda bırakılmış ya da sokaklarda yaşamaya terk edilmiş kedicikleri evime konuk olarak kabul edemeyecek durumdaydım. O zamanlar şehrin ortasında, hâlihazırda İnci ve İkinci adında iki kedinin iktidarı çoktan ele geçirdiği bir dairede oturuyordum.
İşte bu "iki" nedenden dolayı, bir cumartesi akşamı kedi barınaklarından birini ziyaret etmeye karar verdiğimde, evdekilerin yanına bir başka kedi daha alamayacağımın zaten farkındaydım. Ama hayat işte, insanın zihninde fikirler bazen de adım adım şekilleniyor. Bir de baktım ki bu ziyareti yapmanın iyi bir şey olacağına karar verivermişim.
Gittiğim barınak, bahçesindeki ağaçlar ve zilin üzerine resmedilmiş büyük kedi ağzı figürüyle adeta bir tabloyu andırıyordu. Diğer yandan arka bahçedeki fırın, kafesler, biteviye miyavlamalar ve kesif çiş kokusu bir anlığına bile olsa ziyaretimi sürdürüp sürdürmeme konusunda beni tereddüde düşürmüştü.
Barınağın, farklı yaşlarda, renklerde ve karakterlerde yetmiş sekiz sakini vardı. Kediler gururlu hayvanlardır. Bunu en çok da bahçe duvarında otururken ya da kanepede uyuklarken fark ettirirler size. Onları kafese kapatılmış görmek beni sarsmıştı. Diğer taraf tan elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bırakın yetmiş sekizini, bir tanesini dahi alıp götürebilecek durumda değildim. Ayrıca, ben birini götürsem bile barınağa başka kediler gelmeye devam edecekti.
Hayatınıza kaç kedinin patileriyle iz bıraktığını hiç düşündünüz mü? Bir tanesi doğduğunuz evin ya da ninenizin kedisiydi, bir diğerini kendi evinize çıktığınızda size yarenlik etmesi için evlat edinmiştiniz, sahil kenarında ya da dağda kiraladığınız evde ona bir yudum süt verdiğiniz için kapınızı aşındırıp duranı da unutmayın lütfen... Tekir kediler, siyah-beyaz desenliler, İran ve Siyam kedileri... Her biri yüzünüze gülücükler konduran bir anıyla hatırlanan can yoldaşı. Stuart MacMillan'ın da dediği gibi "Her miyavlama yüreğinize işleyen yumuşak bir dokunuştur." Yabana atılacak bir söz değil; ne var ki içinde bulunduğum bu durumda, kafeslerden ve odacıklardan yükselen miyavlamalar daha çok yüreğimi eritiyordu. Barınağın konuklarının, onların en içtenlikle sevdiğim yönü olan “kediliklerini” yaşayamadıklarını görmek beni yaralamıştı. Ama yine de bu, elimden hiçbir şey gelmediği gerçeğini değiştirmiyordu.
Yaşam alanlarından koparılmış yetmiş sekiz kedi den oluşan bu zavallı topluluk aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Onlar için bir şeyler yapmalıydım. Ama ne? Akrabalarımla, dostlarımla, kısacası aklıma gelen herkesle konuştum; hatta benim gibi felsefecilerin (yükseköğrenimimi felsefe üzerine yaptım) aklıselim işlerle uğraşmadığını çünkü zaten felsefenin uygula maya dair olmadığını ve gerçeklikten kopuk olduğunu söyleyen biriyle dahi...
Oysa felsefe, söylenenin aksine, konu üzerinde uzun uzun düşünme ve konuyu sakince yansıtmaya odaklıdır. Bu yöntemle çözümü keşfedebilmek için en basit yolu bulmaya karar verdim. Sizin ve benim gibi cömert, anlayışlı ve kedi aşığı insanlar olduğundan emindim. Onları barınak sakinleri hakkında bilgilendirebilirsem, sorunun kendi kendine çözülebileceğini düşündüm.
Böylece uzun soluklu bir hazırlık yapmak üzere kolları sıvadım. Barınakta yaşayan yetmiş sekiz kedinin bilgilerini toparladım. Her birinin yaşını, sağlık durumunu, kişiliğini ve kendine özgü tavırlarını sıralamak gerekiyordu.
Bundan da önemlisi her birinin kendine yakışır şekilde isimlendirilmesi gerekiyordu. Zira, bir kiloluk utangaç bir kediye "Aslan" ismini veremeyeceğim gibi dokuz kiloluk tombul bir kediye de "Tüy" demek komik kaçacaktı.*
Buradan hareketle barınaktaki her kedinin bilgilerini içeren bir tablo hazırladım. Her birinin öyküsü üzerine dikkatle düşünerek hepsine birer isim verdim. Hemen ardından da planımı barınağın müdürüyle paylaştım. Her gün yerel gazetelerde yayınlanacak ilanlar hazırlayacağımı, böylelikle barınakta yaşayan tüm kedileri yavaş yavaş tanıtacağımı söyledim. Bu projeyle tek başıma ilgilendiğim sürece barınak açısından bir sorun olmayacağını söyledi. Lakin müdürün iş arkadaşlarından biri bu konuda çok daha isteksizdi. Ona hatırlamak zorunda kalacağı bir sürü isim sayarak, sırtına bir yük daha bindirmiş olmamdan şikâyet ediyordu.
Barınağın müdürünü ikna etmenin heyecanıyla kentteki gazetelerle birer birer bağlantıya geçtim. Hemen hepsi, az ya da çok yardım etmeye razı oldu.
Barınakta yaşayan yetmiş sekiz kedi de, ben de haberin yayılması ve kedilerin yuva sahibi olması konusunda hayati rol üstlenen bu gazetelere çok şey borçluyuz.
Son olarak "kedilerimi" yalnızca yaşadığım kentin sakinlerine değil aynı zamanda tüm bölgeye tanıtmak üzere gerçekçi ama bir o kadar da sempatik ilanlar hazırladım. Belki bu sayede onların da bir yuvası olmasını sağlayabilirdim.
* Kedilerin adlarını anlamlı ve Türkçe olarak kedilerimize verebileceğimiz bir ad olduğu sürece bire bir çevirdik. Aksi durumlarda yazarın vurguladığı anlamı koruyarak, Türkçede verilebilecek sözcükleri seçtik -h2o kitap.
Federica Sgarbi, Çev: Nur Taran, Kedilerin Felsefesi Filozofların Kedileri, İstanbul: H2O Kitap, 2014, s.15-18.
Ben de, tıpkı sizin gibi, yaz tatili bahanesi veya çeşitli nedenlerle dağda bayırda bırakılmış ya da sokaklarda yaşamaya terk edilmiş kedicikleri evime konuk olarak kabul edemeyecek durumdaydım. O zamanlar şehrin ortasında, hâlihazırda İnci ve İkinci adında iki kedinin iktidarı çoktan ele geçirdiği bir dairede oturuyordum.
İşte bu "iki" nedenden dolayı, bir cumartesi akşamı kedi barınaklarından birini ziyaret etmeye karar verdiğimde, evdekilerin yanına bir başka kedi daha alamayacağımın zaten farkındaydım. Ama hayat işte, insanın zihninde fikirler bazen de adım adım şekilleniyor. Bir de baktım ki bu ziyareti yapmanın iyi bir şey olacağına karar verivermişim.
Gittiğim barınak, bahçesindeki ağaçlar ve zilin üzerine resmedilmiş büyük kedi ağzı figürüyle adeta bir tabloyu andırıyordu. Diğer yandan arka bahçedeki fırın, kafesler, biteviye miyavlamalar ve kesif çiş kokusu bir anlığına bile olsa ziyaretimi sürdürüp sürdürmeme konusunda beni tereddüde düşürmüştü.
Barınağın, farklı yaşlarda, renklerde ve karakterlerde yetmiş sekiz sakini vardı. Kediler gururlu hayvanlardır. Bunu en çok da bahçe duvarında otururken ya da kanepede uyuklarken fark ettirirler size. Onları kafese kapatılmış görmek beni sarsmıştı. Diğer taraf tan elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bırakın yetmiş sekizini, bir tanesini dahi alıp götürebilecek durumda değildim. Ayrıca, ben birini götürsem bile barınağa başka kediler gelmeye devam edecekti.
Hayatınıza kaç kedinin patileriyle iz bıraktığını hiç düşündünüz mü? Bir tanesi doğduğunuz evin ya da ninenizin kedisiydi, bir diğerini kendi evinize çıktığınızda size yarenlik etmesi için evlat edinmiştiniz, sahil kenarında ya da dağda kiraladığınız evde ona bir yudum süt verdiğiniz için kapınızı aşındırıp duranı da unutmayın lütfen... Tekir kediler, siyah-beyaz desenliler, İran ve Siyam kedileri... Her biri yüzünüze gülücükler konduran bir anıyla hatırlanan can yoldaşı. Stuart MacMillan'ın da dediği gibi "Her miyavlama yüreğinize işleyen yumuşak bir dokunuştur." Yabana atılacak bir söz değil; ne var ki içinde bulunduğum bu durumda, kafeslerden ve odacıklardan yükselen miyavlamalar daha çok yüreğimi eritiyordu. Barınağın konuklarının, onların en içtenlikle sevdiğim yönü olan “kediliklerini” yaşayamadıklarını görmek beni yaralamıştı. Ama yine de bu, elimden hiçbir şey gelmediği gerçeğini değiştirmiyordu.
Yaşam alanlarından koparılmış yetmiş sekiz kedi den oluşan bu zavallı topluluk aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Onlar için bir şeyler yapmalıydım. Ama ne? Akrabalarımla, dostlarımla, kısacası aklıma gelen herkesle konuştum; hatta benim gibi felsefecilerin (yükseköğrenimimi felsefe üzerine yaptım) aklıselim işlerle uğraşmadığını çünkü zaten felsefenin uygula maya dair olmadığını ve gerçeklikten kopuk olduğunu söyleyen biriyle dahi...
Oysa felsefe, söylenenin aksine, konu üzerinde uzun uzun düşünme ve konuyu sakince yansıtmaya odaklıdır. Bu yöntemle çözümü keşfedebilmek için en basit yolu bulmaya karar verdim. Sizin ve benim gibi cömert, anlayışlı ve kedi aşığı insanlar olduğundan emindim. Onları barınak sakinleri hakkında bilgilendirebilirsem, sorunun kendi kendine çözülebileceğini düşündüm.
Böylece uzun soluklu bir hazırlık yapmak üzere kolları sıvadım. Barınakta yaşayan yetmiş sekiz kedinin bilgilerini toparladım. Her birinin yaşını, sağlık durumunu, kişiliğini ve kendine özgü tavırlarını sıralamak gerekiyordu.
Bundan da önemlisi her birinin kendine yakışır şekilde isimlendirilmesi gerekiyordu. Zira, bir kiloluk utangaç bir kediye "Aslan" ismini veremeyeceğim gibi dokuz kiloluk tombul bir kediye de "Tüy" demek komik kaçacaktı.*
Buradan hareketle barınaktaki her kedinin bilgilerini içeren bir tablo hazırladım. Her birinin öyküsü üzerine dikkatle düşünerek hepsine birer isim verdim. Hemen ardından da planımı barınağın müdürüyle paylaştım. Her gün yerel gazetelerde yayınlanacak ilanlar hazırlayacağımı, böylelikle barınakta yaşayan tüm kedileri yavaş yavaş tanıtacağımı söyledim. Bu projeyle tek başıma ilgilendiğim sürece barınak açısından bir sorun olmayacağını söyledi. Lakin müdürün iş arkadaşlarından biri bu konuda çok daha isteksizdi. Ona hatırlamak zorunda kalacağı bir sürü isim sayarak, sırtına bir yük daha bindirmiş olmamdan şikâyet ediyordu.
Barınağın müdürünü ikna etmenin heyecanıyla kentteki gazetelerle birer birer bağlantıya geçtim. Hemen hepsi, az ya da çok yardım etmeye razı oldu.
Barınakta yaşayan yetmiş sekiz kedi de, ben de haberin yayılması ve kedilerin yuva sahibi olması konusunda hayati rol üstlenen bu gazetelere çok şey borçluyuz.
Son olarak "kedilerimi" yalnızca yaşadığım kentin sakinlerine değil aynı zamanda tüm bölgeye tanıtmak üzere gerçekçi ama bir o kadar da sempatik ilanlar hazırladım. Belki bu sayede onların da bir yuvası olmasını sağlayabilirdim.
* Kedilerin adlarını anlamlı ve Türkçe olarak kedilerimize verebileceğimiz bir ad olduğu sürece bire bir çevirdik. Aksi durumlarda yazarın vurguladığı anlamı koruyarak, Türkçede verilebilecek sözcükleri seçtik -h2o kitap.
Federica Sgarbi, Çev: Nur Taran, Kedilerin Felsefesi Filozofların Kedileri, İstanbul: H2O Kitap, 2014, s.15-18.
Kedilerin Felsefesi
Reviewed by Tarih ve Felsefe
on
23.12.16
Rating: