Marcus Aurelius

Medeniyetlerin Ölümü

Jonas De Ro - Apocalypse
"Her kuvvet tükenir, tarihi yönetme gücü ilelebet devam etmez. Avrupa bu imtiyazı üç bin yıl önce Asya'dan devraldı, ama ne zamana kadar koruyabilecek?"
Ernest Lavisse
Avrupalının ilmi ve siyasî narsisizmine savaş açan ilk yazar Danilevsky'dir (1822-1885). Avrupa ve Rusya 1871'de yayımlanır. Birinci Dünya Savaşından sonra sahneye çıkan birçok içtimaî felsefeler bu kitaptaki fikirleri genişletir veya geliştirirler.
Avrupa ve Rusya yazarına göre, Avrupa coğrafi bir kavram değil, tarihi ve kültürel bir bütündür, Cermen-Roma medeniyetinin alanı, daha doğrusu kendisidir. Avrupa medeniyeti, cihanşümul beşer medeniyeti olmayıp birçok medeniyetlerden bir tanesi. Roma ve Yunan medeniyetleri bile Avrupa medeniyeti değil, Akdeniz medeniyetidirler. Kendini insanlık tarihinin mihveri sanan Avrupa zamanı çağlara ayırır: eski çağ, orta çağ, yeni çağ. Oysa her büyük medeniyetin ayrı bir eski çağı, ayrı bir orta çağı, ayrı bir yeni çağı vardır.
Ve medeniyetler tek çizgi istikametinde gelişmez. Her medeniyet kendine has değerleri gerçekleştirerek insanlığın ortak hazinesini zenginleştirir. Bir medeniyet başka bir medeniyeti bütün unsurlarıyla benimseyemez. Medeniyetler üç yoldan aktarılabilir:
Kolonileştirme yoluyla. Fenikeliler Kartaca'ya, Yunanlılar Güney İtalya'ya ve Sicilya'ya, İngilizler Kuzey Amerika'ya ve Avustralya'ya kültürlerini böyle yaymışlardır.
Aşılayarak. Tehlikeli bir usuldür bu. Aşı her zaman tutmaz. Tutsa da ana gövdeyi felce uğratır. Boy atan, meyve veren yeni kültürdür. Helenleşen İskenderiye, Mısır ağacına yapılan böyle bir kültür aşısıydı.
Faydalanma yoluyla. Bir kültür kendi değerlerini inşa ederken başka bir kültürden malzeme alır. Bu türlü "iktibaslar" daha çok ilim ve teknoloji alanında geçerlidir. Yabancı bir medeniyetten dinî, felsefî, içtimaî, ahlâkî unsurlar alınabilir; ama sadece besleyici malzeme olarak. Hint böyle yapmıştır.
Her orijinal medeniyet, ayıklayıcı bir uzviyettir. Yalnız kendi bünyesine uyan unsurları alır.
Kültürler doğar, gelişir ve ölürler. Medeniyet bu vetirenin son merhalesidir. Kültür, binlerce yıl yaşayabilir. Medeniyetin ömrü altı yüz yılı aşmaz. Medeniyet merhalesini idrak eden kavim (veya kavimler) adalet, hürriyet, içtimaî veya ferdî refah gibi ideallerini gerçekleştirdikten sonra ya eski zaferleriyle avunmaya, mazinin geleneklerini ezelî birer ideal olarak yüceltmeye başlar, taşlaşır (Çin gibi) yahut da tezatlar, çatışmalar, çözülüşler içinde bocalar (Hıristiyanlığın yayılışı sırasındaki Roma gibi). Ama bu çırpınış uzun sürmez. Ümitsizlik yerini kendi kendinden memnunluğa ve taşlaşmaya bırakır.
Çöküş, her medeniyetin önüne geçilmez alınyazısı. Bunun temel sebeplerinden biri şu: Her kültür, insanlığın büyük değerlerinden bir veya birkaçını gerçekleştirir. Yunan medeniyeti "güzel"i yaratır; Roma, "hukuk"u. Simi medeniyetinin katkısı "din". Çin, "faydalı"yı gerçekleştirir. Hindin insanlığa armağanı "hayal" ile "tasavvuf", Avrupa medeniyetinin "ilim". Her değerin bir gelişme sınırı vardır. Medeniyet bu sınıra varınca görevini tamamlamış olur; ölüme mahkûmdur artık. Büyük medeniyetlerden her biri ayrı bir istikamette gelişir ve kendine has değerler yaratır. Hiçbir medeniyet bütün alanlarda başka bir medeniyetten daha ileri gittiğini iddia edemez. Çeşitli kavimler, çeşitli devirlerde insanlığın yaratıcı dehasını şu veya bu yönde, şu veya bu biçim altında gerçekleştirir. Görevleri sona erince tarih sahnesinden çekilirler.
Medeniyetler bir günde çökmezler. Gurup uzun sürer ve hemen fark edilmez. Her medeniyet çöküş sebeplerini kendi içinde taşır. Avrupa medeniyeti XVII. yüzyıldan beri inkıraz halindedir.
Danilevsky'nin fikirleri Birinci Dünya Savaşandan sonra geniş yankılar uyandırır. Batı'nın Çöküşü, genç bir Alman yazarına dünya ölçüsünde ün sağlar. Spengler, Avrupa'nın en çok okunan, en çok tartışılan tarih felsefecilerinden biri olur, Batı Avrupa'da geçerli olan tarih şeması kifayetsiz hatta abestir, Spengler'e göre. Bu, tarih alanına aktarılan Batlamyus sistemidir. Bütün dikkati, bütün alâkayı Batı'ya teksif eden bir sistem. Yazar bu narsisist şema yerine, Kopernikvâri bir sistem getirir.
Bir değil birçok kültürler vardır dünyada: Değerce birbirine eşit kültürler. Her büyük kültür tektir ve her alanda kendi dilini konuşur; başka kültürlerin anlayamayacağı bir dil. Cihanşümul bir felsefeden söz edilemez. Bütün büyük kültürlerin aynı şekilde kabul ettiği, aynı tarzda anladığı, aynı yönde yorumladığı hiçbir inanç veya değer yoktur. Hiçbir kültür bütünüyle iktibas edilemez. Bir kültürün unsurları başka bir kültür için ancak malzeme olarak kullanılabilir. Yaşayan her kültür yabancı kültürlere kapalıdır. Yalnız kendi kendini anlayabilir, yalnız kendi insanları tarafından anlaşılabilir. Her kültür, ferdin geçirdiği merhalelerden geçer: Çocukluk, gençlik, olgunluk ve ihtiyarlık. Amacına ulaştıktan, ideasını gerçekleştirdikten sonra katılaşır, yaratıcı gücünü kaybeder, medeniyet olur.
Her kültürün kendine göre bir medeniyeti vardır. Kültürün kaçınılmaz akıbetidir medeniyet. Olmakta olanın, olmuş hale gelmesidir. Serpilişten sonraki katılaşma, hayatı kovalayan ölüm.
Kültürün yaratıcı dönemi, dev kentlerde (megalopolis) sona erer: Paris, Londra, Berlin ve bilhassa New York. Dev kent bir kalp değil, bir beyindir, yuvadan çok mezar. Yaşama arzusu söner dev kentte. Kadınlar çocuk yapmaz olur. Kültür çağının ehramı temelinden sarsılır. Önce zirve yani dev kent çöker, sonra taşra, nihayet köy. Samimi bir imanın yerini "bilimsel" bir dinsizlik yahut ölü bir metafizik alır. Yaşlılara saygı yerine soğuk bir maddecilik, benim vatanım ve devletim yerine milletlerarası toplum; güçlükle kazanılan haklar yerine tabiî haklar; gerçek değerler yerine para ve mücerret değerler, halk yerine yığın, annelik yerine seks. Emperyalizm, beynelmilelcilik, kuvvet ihtirası, sınıf kavgası, işte medeniyetin meyveleri.
Bu taşlaşma yüzlerce, hatta binlerce yıl sürebilir. Bir "Hint yazı" yaşayan medeniyetler vardır; yaratıcı güçlerinin pırıltısı asırlarca sönmeyen medeniyetler. Ama sonunda her medeniyet yaşama gücünü kaybeder ve imparatorluk Roma'smda olduğu gibi gün ışığından kaçmak, protomistisizmin karanlıklarına gömülmek, ana rahmine yani mezara dönmek ister. Parçalanmaya başlar ve Danilevsky'nin dediği gibi "tarihsiz ve şekilsiz etnografik malzeme" haline gelir.
Batı'nın bugünkü dev kentlerinde büyük kültür trajedisinin son perdesini hem oynuyor, hem seyrediyoruz. Dünyanın efendisi olan kuzey adamı makinenin kölesi oldu. Makine yalnız hayatı değil kendini de tahrip ediyor, Spengler'e göre.
Şimdi de çağdaş bir tarihçiyi: Toynbee'yi dinleyelim, A Study of History yazarı önce İbn Haldun kadar kötümserdir. Sonra ilim adamı yerini kilise vaizine bırakır ve zaman zaman Bossuet'yi okur gibi oluruz.
Toynbee'ye göre medeniyet yaratıcı bir azınlıkla çok sert olmayan bir coğrafyanın eseri. Çevre bir sfenks'tir, çevre veya tarih. Her gün yeni sualler sorar yaratıcı azınlığa. Yaratıcı azınlık bu muammaları çözebildiği sûrece yaşar medeniyet. Sonu gelmeyen bir diyalog. Toplum için direniş yoktur. Her yeni şart" yeni bir cevap ister. Medeniyetin kaderim tayin eden, cevaplardaki isabet veya isabetsizlik. Her medeniyet uçuruma açılan bir kapıdır: Tarpeya'sı olan bir Kapitol.
Bir medeniyet nasıl gelişir? Yeni yeni ülkeler fethederek mi? Hayır. Medeniyetin büyümesi ne teknolojik zaferlerle ilgilidir ne madde üzerindeki hâkimiyetiyle. Medeniyetin büyümesi demek kendi kendini tayin etme (self-determination), kendi kendini biçimlendirme (self-articulation) imkânlarının gittikçe artması, toplum değerlerinin manevîleşmesi, cihaz ve tekniklerinin sadeleşmesi demektir. Büyüyen bir medeniyette karizmatik azınlık, çevrenin her meydan okuyuşuna başarılı cevaplar verir. Boyuna tazeler kendi kendini. Toplum farklılaşmaktan bütünleşmeğe, bütünleşmekten farklılaşmağa geçer. Büyüyen medeniyet bir bütündür, kaynaşmış bir bütün: kalabalık, yararcı azınlığa gönülden bağlıdır, onu isteyerek takip eder. Böyle bir toplumda kanlı kardeş kavgaları, sert ve keskin bölünmeler görülmez. Büyüyen medeniyet öteki medeniyetlerden gittikçe farklılaşır.
Toynbee, medeniyetlerin çöküş tablosunu şöyle çizer: azınlığın yaratıcı gücü kaybolur; kalabalığa yol gösteremez artık, toplum bölünür. Yöneticiler eski zaferlerin hatırasıyla sarhoştur, çevrenin yeni yeni sorula rina hep aynı cevabı verirler. Nisbî değerler, mutlak değer sanılır. Azınlığın karizmatik cazibesi (İbn Haldun olsa “asabiyet” derdi) kalmaz. Çoğunluk kopar yöneticilerden; yöneticiler zora başvurur, savaşlara girer: bir dünya devleti kurar, hem kendini hem temsil ettiği medeniyeti mahva sürükler. Başsız kalan kitle, Hıristiyanlık, Budizm gibi cihanşümul bir kilisede arar kurtuluşu.
Medeniyetin hem ruhuna hem vücuduna fitne arız olur. Kardeş kavgaları alır yürür. Çözülen toplumun zihniyet ve davranışında büyük değişiklikler belirir. Güzel sanatlara, ilimlere, felsefeye, dile, dine, ahlakî davranışlara ve müesseselere bayağılık ve avamlık sızar. Yeni yeni kurtarıcılar çıkar sahneye: kimi selâmeti eskiye dönüşte arar, kimi kılıca bağlar ümitlerini, kimi stoacılığa sığınır, kimi yeni bir dine Ama bütün bu kurtarıcılar, bütün bu çırpınışlar çözülmeyi önleyemez. Olsa olsa medeniyeti fosilleştirebilir. Ve medeniyet asırlarca kuru bir ağaç gövdesinin yapraksız, çiçeksiz, meyvesiz hayatını yaşar.
Tek kurtuluş yolu vardır: Dünyadan kopmak, amaç ve değerleri Tanrının ihsaslar üstü dünyasına aktarmak. Ama bu fedakârlık da medeniyetin mukadder akıbetini önleyemez. Belki yeni bir medeniyetin, daha üstün, daha ilahî bir medeniyetin doğuşunu hazırlar, o kadar.
Avrupa medeniyeti de ölüm döşeğindedir, ama ölüme bir türlü katlanamaz yazarın gönlü, içinden bir ses, "Tanrı büyüktür" diye haykırır, "Avrupa'ya acıyacak, onu mahvolmaktan
kurtaracaktır" ve Hıristiyanları duaya çağırır.
Evet kendini kainatın mihveri sanan Avrupa'yı, bu gurur ve gaflet uykusundan 1914 boğazlaşması uyandırır. Harabeler karşısında dehşete kapılır Avrupalı, içine -ilk defa olarak- bir korku düşer. Ben de mi yok olacağım? Onun bu şifasız bedbinliğini, bu vicdan huzursuzluğunu diyecektim, Fransa'nın en aydınlık zekâlarından biri, şair Paul Valéry büyük bir belagatle dile getirir:
"Biz medeniyetler, fâni olduğumuzu biliyoruz artık İnsanları ve aletleriyle yokluğa gömülen medeniyetlerden söz edildiğini duymuştuk. Tanrıları ve kanunlarıyla, akademileri, nazarî ve tatbikî ilimleriyle, gramerleri, kamusları, klasikleri, romantikleri ve sembolistleri ile, tenkitçileri, tenkitçilerinin tenkitçileriyle çağların sonsuz derinliklerine yuvarlanmışlar. Biliyorduk ki, görünen dünya baştan başa bir kül yığınıdır. Tarihin alacakaranlığında sayısız gemiler görüyorduk, altın ve zekâyla dolu gemiler. Girdaba yuvarlanıyorlardı. Ama biz bu kasırgalardan uzaktık.
Elam, Ninova, Bâbil müphem birer isimdi Avrupalı için, şairane birer isim. Ne yaşayışlarının büyük bir mânâsı vardı, ne yok oluşlarının. Yarın, Fransa, İngiltere, Rusya da mı güzel birer isim olacaktı sadece? Heyhat, tarihin uçurumu, bütün dünyayı kucaklayacak kadar geniş. Hissediyoruz ki, medeniyetler de hayat kadar dayanıksız Neden bir rüzgâr Keats ile Baudelaire'in eserlerini Menandros'unkilerin yanına sürüklemesin?
Fazilet cinayetin suç ortağı, ilim yıkıcılığın emrinde, idealizm yalancı, realizm hayâsız. Ey ilim, ey vazife! Demek siz de şüpheliydiniz. Sonra şair avunmaya çalışıyor: "belki her şeyi kaybetmedik, ama her şeyin kaybedilebileceğini anladık. Avrupa'nın belkemiğinde korkunç bir raşe dolaştı. Kendini tanımıyordu artık, kendine benzemiyordu ki Şuurunu kaybetmemek için kitaba ve hatıralara sarıldı".
Gerçekle kâbus arasında raks eden bir tecessüs bu. Avrupa, "kapana tutulan fare"nin telaşı içindedir. İlim, haysiyetini kaybetti, ahlaktan söz etmeğe hakkı yok artık. İdealizm ölesiye yaralı; gerçekçilik deyince sayısız günahlar, sayısız cinayetler geliyor akla. Hem hırs suçlu, hem feragat. Salip saliple, hilâl hilâlle boğaz boğaza.
Ve şairin sesi birdenbire korkunçlaşıyor. Danyal Nebi'nin "Mene-Tekel-Peres" tehdidini duyar gibi oluyoruz. Yalnız bir ülkenin değil bütün ülkelerin uğrayacağı havsala almaz felaketi haber veriyor:
"Yakında bir mucizeye şahit olacağız, çok yakında. Dünyada bir hayvan topluluğu yaşayacak. Bir karınca yuvası olacak arzımız".
Paul Valéry

Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa, İstanbul:İletişim, 2002, ss.108-115.
Medeniyetlerin Ölümü Medeniyetlerin Ölümü Reviewed by Tarih ve Felsefe on 17.1.17 Rating: 5
Blogger tarafından desteklenmektedir.