Thomas Faed - The Last of the Clan
Historia est magistra vitae. "Tarih Hayatın Öğretmenidir” lafına oldum olası
bayılmışımdır. Öyle aman ne tatlı, kulağa ne hoş geliyor gibi değil tabii…
Hakiki manada tarih hayatın öğretmenidir de ondan…
Lafın sahibi Cicero, Rönesans’ın, aydınlanmanın önemli adamlarından… Orası muhakkak… John Locke ve David Hume gibi aydınlanmanın önemli isimlerini etkilemiş biri… Birinci yüzyılda yaşamış bu Romalı düşünür, hukukçu ve filozof bizim çözmeye çalıştığımız ama bir türlü halledemediğimiz bir meseleyi çok açık anlatmış…
Tarih bilinci çok gelişmemiş toplumlarda derin yaralar zaten mevcuttur… Ama cehalet derinleştikçe yaralar artık kronik bir hal alır…
Mesela, bu ülkede üç-beş ‘entel’ çıkar, atıp tutar ve kimse gerçekten kitap okuyup araştırmadığı için o atıp tutan kimselere çok itibar duyulur… Hâlbuki belki mesele aslında anlatıldığı gibi değildir… Ancak kimse asıl hadise nedir diye soramaz.
Şimdi asıl sıkıntı kitap okumadığımız gibi, kompleksli olmamızdan kaynaklanıyor…
Arkadaşlarının yanında çok coşan ‘bilgili’ kimselerin ilk hedefi daima Batı ve dolaysıyla Amerika olur… Yok efendim “Amerikalının tarihi var mı?” gibi cehalete işaret eden yorumlar insanı yormaktan başka bir şey katmaz.
Büyük dedelerinin hatta o kadar ileriye gitmeden kendi dedelerinin nereden geldiğini dahi bilmeyen toplumlar kendilerini tasnif ve tarif edemediklerinde ne yapar? Kimliksiz olmaktan doğan korku ile kim olduğunu iyi bilenlere saldırırlar.
Evet, belki Amerika genç bir ülkedir. Fakat her Amerikalının kendi geçmişini Avrupa’da veya Afrika’da yüzyıllarca geri giderek bulma imkânı var. Kayıtlar sağ olsun. Kilise kayıtlarıyla geri gitmekte sınır yok açıkçası… Bireyin tarihi olduğu bir yerde onları kültürsüzlük ile suçlamak düpedüz ayıptır.
Batıyı ve Batılıyı sevmeyip ‘göçmeniz’ diye sürekli sayıklayanlar diyarından açıkçası ben sıkıldım…
Kendi geldiği topraklardan, kültüründen ve köklerinden emin olmayanların anti-her şey olduğu bir düzen var. Bunun yegâne sebebi de tarihsizlik ve kültürsüzlük…
Kendini yalnız devlet üzerinden tarif edebilen ve devletin geçmişte yaptıklarından dolayı mensup olduğu imparatorluğun topraklarında gezgine döndüğünü tarih bilmediği için bilinçsizce sayıklayanlar diyarı burası…
Kendini Mısır’dan Kleopatra’nın soyundan geldiğini sanan mı istersin, Girit’ten sürülen çiftçi olup kendini Monica Belluci’nin kuzeni İtalyan film yıldızı sananı mı istersin çeşit çeşit cahil modeli vardır canım yurdumda…
En fenası bunu söylememenin verdiği problem ile kafatasçılık yükselmiş ve yabancı fobisi damarlarına işlemiştir.
Bu meseleyi daimi olarak hatırlatmak lazım.
Tarihten korkan toplumlar ve tarihsiz topluluklar yalnızca nefret üretir. Hoşgörü ve tahammül tahayyül edebildikleri bir şey olmaktan çıkar.
Cicero’nun dediği gibi tarih, ‘geçmişin habercisi, gerçeğin ışığı, hatıranın nabzı, yaşamın çobanı ve idarecisi’ ölümsüzlüğe adanmıştır…
Bu tarifi düşündükçe aklıma şu geliyor… Acaba insanlar ölmekten korktuğu için mi tarihsizlik onları hırçınlaştırıyor? Gelecek nesillere bir şey bırakma içgüdüsü DNA’ımıza işlemiş bir şey. Belki de bırakacak bir hikâyesi yok gibi hissedenler geride sağlam bir destan bırakacaklara bundan dolayı mı nefret duyuyor?
İnanın bu konu üzerine çok düşündüm. Göçebe toplumların sözel tarihi çok kıymetlidir. Neticede her jenerasyon bir öncekinden duyduğunu sonrakilere aktarır… Bunun dahi kıymetini bilmediğimizden bu topraklarda sessizliğe gömülen ne hikâyeler, ne destanlar olmuştur… Müslüman ile evlenmiş Rum, Ermeni, Kürt olan büyük dedeler/nineler varsa onların izleri silinmiştir… Kayıt olmaması sebebiyle tarihin kaybolması, gerçeği karanlıkta bırakmaya yetmiştir… Her türlü delil yok edilmiştir…
Kendini yalnızca devlet üzerinden tasnif eden tarihsiz bireyler haliyle kadim toplumlardan nefret eder. Onları gizli güçler olarak gördükleri bile çok yaygın karşılaşılan acıklı bir komediye dahi dönüşür.
Cumhurbaşkanı’nın çıkıp “Bana affedersiniz Ermeni bile dediler” dediği canlı yayın bu ülkede nefret söyleminin kanıksanmış olduğunun göstergesidir.
Ermeni, Kürt, Rum, Alevi, Yahudi ve başka birçok kadim kültür ve toplum tarihleriyle ve hikâyeleriyle kendi geçmişlerine ve insanlığın ortak kültür varlığına şahitlik etmeye devam etmektedir.
Başkalarını anlamak için evvela kendimizi anlamamız lazım… Ondan sözel tarih ile başlayarak herkesin kendi köklerini araştırması şart. Kendini anlamayan toplumların ötekine duyduğu nefret üstüne siner ve bir süre sonra kemikleşir…
Siz siz olun şunu asla unutmayın; her birimiz bu dünyada anlam ve önem kaynağıyız… Kendi geçmişimizi önemsemek ve anlamaya çalışmak ile başlar her şey… Geçmişe kılıf uydurmak değil… Hakiki olarak varlığını tüm tabiatıyla anlamak…
Tarih de emin olun insanlar gibi kullanılmaktan sıkılmıştır… Onu taçlandırmanın vakti geldi de geçiyor bile…
Heykelleri ve antik kentleri yıkıp, barajlar altında bırakarak veya bireylerin hikâyelerini karanlığa gömerek, ortaçağın kapısını araladığınızı bilin…
Biz Cicero gibi aydınlığın yanında olmaktan yanayız… Karanlık sizin olsun…
Selin Barlas, "Historia Est Magistra Vitae - Tarih Hayatın Öğretmenidir", Şalom, 02 Eylül 2015
Lafın sahibi Cicero, Rönesans’ın, aydınlanmanın önemli adamlarından… Orası muhakkak… John Locke ve David Hume gibi aydınlanmanın önemli isimlerini etkilemiş biri… Birinci yüzyılda yaşamış bu Romalı düşünür, hukukçu ve filozof bizim çözmeye çalıştığımız ama bir türlü halledemediğimiz bir meseleyi çok açık anlatmış…
Tarih bilinci çok gelişmemiş toplumlarda derin yaralar zaten mevcuttur… Ama cehalet derinleştikçe yaralar artık kronik bir hal alır…
Mesela, bu ülkede üç-beş ‘entel’ çıkar, atıp tutar ve kimse gerçekten kitap okuyup araştırmadığı için o atıp tutan kimselere çok itibar duyulur… Hâlbuki belki mesele aslında anlatıldığı gibi değildir… Ancak kimse asıl hadise nedir diye soramaz.
Şimdi asıl sıkıntı kitap okumadığımız gibi, kompleksli olmamızdan kaynaklanıyor…
Arkadaşlarının yanında çok coşan ‘bilgili’ kimselerin ilk hedefi daima Batı ve dolaysıyla Amerika olur… Yok efendim “Amerikalının tarihi var mı?” gibi cehalete işaret eden yorumlar insanı yormaktan başka bir şey katmaz.
Büyük dedelerinin hatta o kadar ileriye gitmeden kendi dedelerinin nereden geldiğini dahi bilmeyen toplumlar kendilerini tasnif ve tarif edemediklerinde ne yapar? Kimliksiz olmaktan doğan korku ile kim olduğunu iyi bilenlere saldırırlar.
Evet, belki Amerika genç bir ülkedir. Fakat her Amerikalının kendi geçmişini Avrupa’da veya Afrika’da yüzyıllarca geri giderek bulma imkânı var. Kayıtlar sağ olsun. Kilise kayıtlarıyla geri gitmekte sınır yok açıkçası… Bireyin tarihi olduğu bir yerde onları kültürsüzlük ile suçlamak düpedüz ayıptır.
Batıyı ve Batılıyı sevmeyip ‘göçmeniz’ diye sürekli sayıklayanlar diyarından açıkçası ben sıkıldım…
Kendi geldiği topraklardan, kültüründen ve köklerinden emin olmayanların anti-her şey olduğu bir düzen var. Bunun yegâne sebebi de tarihsizlik ve kültürsüzlük…
Kendini yalnız devlet üzerinden tarif edebilen ve devletin geçmişte yaptıklarından dolayı mensup olduğu imparatorluğun topraklarında gezgine döndüğünü tarih bilmediği için bilinçsizce sayıklayanlar diyarı burası…
Kendini Mısır’dan Kleopatra’nın soyundan geldiğini sanan mı istersin, Girit’ten sürülen çiftçi olup kendini Monica Belluci’nin kuzeni İtalyan film yıldızı sananı mı istersin çeşit çeşit cahil modeli vardır canım yurdumda…
En fenası bunu söylememenin verdiği problem ile kafatasçılık yükselmiş ve yabancı fobisi damarlarına işlemiştir.
Bu meseleyi daimi olarak hatırlatmak lazım.
Tarihten korkan toplumlar ve tarihsiz topluluklar yalnızca nefret üretir. Hoşgörü ve tahammül tahayyül edebildikleri bir şey olmaktan çıkar.
Cicero’nun dediği gibi tarih, ‘geçmişin habercisi, gerçeğin ışığı, hatıranın nabzı, yaşamın çobanı ve idarecisi’ ölümsüzlüğe adanmıştır…
Bu tarifi düşündükçe aklıma şu geliyor… Acaba insanlar ölmekten korktuğu için mi tarihsizlik onları hırçınlaştırıyor? Gelecek nesillere bir şey bırakma içgüdüsü DNA’ımıza işlemiş bir şey. Belki de bırakacak bir hikâyesi yok gibi hissedenler geride sağlam bir destan bırakacaklara bundan dolayı mı nefret duyuyor?
İnanın bu konu üzerine çok düşündüm. Göçebe toplumların sözel tarihi çok kıymetlidir. Neticede her jenerasyon bir öncekinden duyduğunu sonrakilere aktarır… Bunun dahi kıymetini bilmediğimizden bu topraklarda sessizliğe gömülen ne hikâyeler, ne destanlar olmuştur… Müslüman ile evlenmiş Rum, Ermeni, Kürt olan büyük dedeler/nineler varsa onların izleri silinmiştir… Kayıt olmaması sebebiyle tarihin kaybolması, gerçeği karanlıkta bırakmaya yetmiştir… Her türlü delil yok edilmiştir…
Kendini yalnızca devlet üzerinden tasnif eden tarihsiz bireyler haliyle kadim toplumlardan nefret eder. Onları gizli güçler olarak gördükleri bile çok yaygın karşılaşılan acıklı bir komediye dahi dönüşür.
Cumhurbaşkanı’nın çıkıp “Bana affedersiniz Ermeni bile dediler” dediği canlı yayın bu ülkede nefret söyleminin kanıksanmış olduğunun göstergesidir.
Ermeni, Kürt, Rum, Alevi, Yahudi ve başka birçok kadim kültür ve toplum tarihleriyle ve hikâyeleriyle kendi geçmişlerine ve insanlığın ortak kültür varlığına şahitlik etmeye devam etmektedir.
Başkalarını anlamak için evvela kendimizi anlamamız lazım… Ondan sözel tarih ile başlayarak herkesin kendi köklerini araştırması şart. Kendini anlamayan toplumların ötekine duyduğu nefret üstüne siner ve bir süre sonra kemikleşir…
Siz siz olun şunu asla unutmayın; her birimiz bu dünyada anlam ve önem kaynağıyız… Kendi geçmişimizi önemsemek ve anlamaya çalışmak ile başlar her şey… Geçmişe kılıf uydurmak değil… Hakiki olarak varlığını tüm tabiatıyla anlamak…
Tarih de emin olun insanlar gibi kullanılmaktan sıkılmıştır… Onu taçlandırmanın vakti geldi de geçiyor bile…
Heykelleri ve antik kentleri yıkıp, barajlar altında bırakarak veya bireylerin hikâyelerini karanlığa gömerek, ortaçağın kapısını araladığınızı bilin…
Biz Cicero gibi aydınlığın yanında olmaktan yanayız… Karanlık sizin olsun…
Selin Barlas, "Historia Est Magistra Vitae - Tarih Hayatın Öğretmenidir", Şalom, 02 Eylül 2015
Tarih Hayatın Öğretmenidir
Reviewed by Tarih ve Felsefe
on
5.1.17
Rating: