George Tooker - Subway
Ne kadar düşünür ya da gazeteci varsa, modernliğin de o kadar
anlamı vardır. Bununla birlikte, tüm tanımlar şu ya da bu şekilde
zamanın geçişini gösterir. Modern sıfatıyla, yeni bir rejim, bir
hızlanma, bir kopukluk, zamanın bir devrimi belirtilir. "Modern",
"modernleşme", "modernlik" sözcükleri belirdiğinde, bir karşıtlık
içinde arkaik ve yerleşmiş bir geçmişi tanımlarız. Üstelik, sözcük
her zaman bir polemik esnasında, kazananlarla kaybedenlerin,
Eskilerle Modernlerin bulunduğu bir tartışmada sarf edilir. O halde
"modern" iki kez asimetriktir: Zamanın düzenli geçişindeki bir
kırılmayı belirtir; yenenlerle yenilenlerin bulunduğu bir
mücadeleyi belirtir. Bugün bunca çağdaşımız bu sıfatı kullanırken
tereddüt ediyorsa, onu edatlarla niteliyorsak, bunun nedeni bu çifte
asimetriyi sürdürdüğümüzden artık daha az emin olmamızdır:
Artık ne zamanın geri döndürülemez akrebini gösterebiliriz ne de
kazananlara bir ödül verebiliriz. Eskilerle Modernlerin sayısız
tartışmasında, artık Eskiler de Modernler kadar çok kazanır ve artık
hiçbir şey devrimlerin eski rejimlerin sonunu getirdiğini ya da
onları tamamladığını söylememize izin vermez. Sonsuza dek
modernlerin yerini alıp alamayacağı bilinmemesine rağmen,
kuşkuculuğun gülünç bir şekilde "post" modern olarak
adlandırılmasının nedeni budur.
Yolum uzu bulmak için, modernliğin tanımını yeniden ele almamız, postmodernliğin belirtisini yorumlamamız ve neden artık kendimizi bütün ruhumuzla hem hakimiyet hem de özgürleşme görevine vermediğimizi anlamamız gerekiyor. Bilim ve teknik ağlarını barındırmak için, yeri göğü birbirine katmak mı gerekiyor? Evet, tam olarak yeri ve göğü.
Bu denemenin varsayımı - hem bir varsayım hem de pekala bir denemedir söz konusu olan - "modern" sözcüğünün, etkili olmak için ayrı kalması gerektiği halde son zamanlarda ayrı kalmayı bırakan tamamen farklı iki pratikler bütününü belirtmesidir. ilk pratikler bütünü, "tercüme" yoluyla, bütünüyle yeni varlık türleri arasında karışımlar, doğa ve kültür karmaları yaratır. İkincisi "arındırma" yoluyla, bütünüyle ayrı iki ontolojik bölge yaratır, bir yanda insanlarınki, diğer yandaysa insan-olmayanlarınki. Birinci bütün olmadan, arındırma pratikleri boş ya da yararsız kalacaktır. İkincisi olmadan, tercüme çalışması yavaşlayacak, sınırlanacak, hatta yasaklanacaktır. Birinci bütün, benim ağlar adını verdiğim şeye, ikincisiyse eleştiri adını verdiğim şeye tekabül eder. Birincisi, örneğin, yüksek atmosfer kimyasını, bilginlerin ve sanayicilerin stratejilerini, devlet başkanlarının kaygılarını, ekolojistlerin sıkıntılarını sürekli bir zincir halinde birbirine bağlayacaktır; ikincisiyse, her zaman orada olmuş olan bir doğal dünya, öngörülebilir ve kalıcı çıkarları ve riskleri olan bir toplum ve toplumdan olduğu kadar gönderimden de bağımsız bir söylem arasında bir bölümleme oluşturacaktır.
Bu iki pratiği ayrı ayrı düşündüğümüz ölçüde, gerçekten modernizdir, yani kendimizi bütün yüreğimizle eleştirel arındırma projesine veririz, oysa bu proje ancak karmaların çoğalmasıyla gelişir. Dikkatimizi hem arındırma hem de karmalaştırma çalışmasına verir vermez, tamamen modern olmaktan çıkarız, geleceğimiz değişmeye koyulur. Tam da aynı anda, geçmiş zaman kipinde modern olmuş olmayı da bırakırız, çünkü geçmişe dönük olarak, iki pratikler bütününün tamamlanan tarihsel dönem içinde zaten her zaman işlemekte olduğunun bilincine varırız. Geçmişimiz değişmeye koyulur. Son olarak, en azından eleştirinin bize anlattığı şekilde, hiç modern olmamışsak, öteki doğa-kültürlerle girmiş olduğumuz karışık ilişkiler dönüşmüş olacaktır. Görecilik, hakimiyet, emperyalizm, vicdan rahatsızlığı ve uzlaşmacılık, karşılaştırmalı antropolojiyi de değiştirerek başka şekilde açıklanacaktır.
Tercüme ya da aracılık çalışmasıyla arındırma çalışması arasında ne gibi bir bağ vardır? Aydınlatmak istediğim soru budur. Henüz çok üstünkörü olan varsayım, ikincinin ilkine imkan tanıdığıdır; karmaları düşünmekten kaçındığımız ölçüde, kesişmeleri mümkün hale gelir, içinde bulunduğumuz istisnai durumun nihayet kavramamıza imkan verdiği, modernlerin paradoksu budur. İkinci soru premodernlerle, öteki doğa-kültürlerle ilgilidir. Yine çok kaba olan varsayım şudur ki, kendilerini karmaları düşünmeye verirken, çoğalmalarını engellediler. Onlar ile Biz arasındaki Büyük Paylaşımı açıklayacak ve çözümsüz görecilik sorununu sonunda çözmeye imkan verecek olan bu farktır. Üçüncü soru güncel krizle ilgilidir: Modernlik, ayırma ve çoğaltma çalışmasında bu denli etkili olduysa, bugün neden gerçekten modern olmamızı engelleyerek zayıflıyor? Aynı zamanda en zoru da olan son soru bundan kaynaklanmıyor: Artık modern olmayı bıraktıysak, artık çoğaltma çalışmasıyla arındırma çalışmasını ayıramıyorsak, sonumuz ne olacak? Modernlik olmadan Aydınlanma nasıl talep edilebilir? Yine fazlasıyla büyük varsayım şudur ki, var oluşlarını resmi olarak temsil ederek canavarların çoğalmalarını yavaşlatmak, saptırmak ve düzenlemek gerekecektir. Bir başka demokrasi mi gerekli olacaktır? Şeylere yayılmış bir demokrasi? Bu sorulara cevap vermek için, premodernlerde, modernlerde ve hatta postmodernlerde kalıcı ve ölümcül ne varsa ayıklamak zorunda kalacağım. Kısalığından başka özrü olmayan bir deneme için çok fazla soru, bunu görüyorum. Nietzsche büyük sorunları soğuk duşlara benzetirdi: Hemen girilip çıkılması gereken soğuk duşlar...
Bruno Latour, Çev: İnci Uysal, Biz Hiç Modern Olmadık, İstanbul:Norgunk, 2008, ss.17-19.
Yolum uzu bulmak için, modernliğin tanımını yeniden ele almamız, postmodernliğin belirtisini yorumlamamız ve neden artık kendimizi bütün ruhumuzla hem hakimiyet hem de özgürleşme görevine vermediğimizi anlamamız gerekiyor. Bilim ve teknik ağlarını barındırmak için, yeri göğü birbirine katmak mı gerekiyor? Evet, tam olarak yeri ve göğü.
Bu denemenin varsayımı - hem bir varsayım hem de pekala bir denemedir söz konusu olan - "modern" sözcüğünün, etkili olmak için ayrı kalması gerektiği halde son zamanlarda ayrı kalmayı bırakan tamamen farklı iki pratikler bütününü belirtmesidir. ilk pratikler bütünü, "tercüme" yoluyla, bütünüyle yeni varlık türleri arasında karışımlar, doğa ve kültür karmaları yaratır. İkincisi "arındırma" yoluyla, bütünüyle ayrı iki ontolojik bölge yaratır, bir yanda insanlarınki, diğer yandaysa insan-olmayanlarınki. Birinci bütün olmadan, arındırma pratikleri boş ya da yararsız kalacaktır. İkincisi olmadan, tercüme çalışması yavaşlayacak, sınırlanacak, hatta yasaklanacaktır. Birinci bütün, benim ağlar adını verdiğim şeye, ikincisiyse eleştiri adını verdiğim şeye tekabül eder. Birincisi, örneğin, yüksek atmosfer kimyasını, bilginlerin ve sanayicilerin stratejilerini, devlet başkanlarının kaygılarını, ekolojistlerin sıkıntılarını sürekli bir zincir halinde birbirine bağlayacaktır; ikincisiyse, her zaman orada olmuş olan bir doğal dünya, öngörülebilir ve kalıcı çıkarları ve riskleri olan bir toplum ve toplumdan olduğu kadar gönderimden de bağımsız bir söylem arasında bir bölümleme oluşturacaktır.
Bu iki pratiği ayrı ayrı düşündüğümüz ölçüde, gerçekten modernizdir, yani kendimizi bütün yüreğimizle eleştirel arındırma projesine veririz, oysa bu proje ancak karmaların çoğalmasıyla gelişir. Dikkatimizi hem arındırma hem de karmalaştırma çalışmasına verir vermez, tamamen modern olmaktan çıkarız, geleceğimiz değişmeye koyulur. Tam da aynı anda, geçmiş zaman kipinde modern olmuş olmayı da bırakırız, çünkü geçmişe dönük olarak, iki pratikler bütününün tamamlanan tarihsel dönem içinde zaten her zaman işlemekte olduğunun bilincine varırız. Geçmişimiz değişmeye koyulur. Son olarak, en azından eleştirinin bize anlattığı şekilde, hiç modern olmamışsak, öteki doğa-kültürlerle girmiş olduğumuz karışık ilişkiler dönüşmüş olacaktır. Görecilik, hakimiyet, emperyalizm, vicdan rahatsızlığı ve uzlaşmacılık, karşılaştırmalı antropolojiyi de değiştirerek başka şekilde açıklanacaktır.
Tercüme ya da aracılık çalışmasıyla arındırma çalışması arasında ne gibi bir bağ vardır? Aydınlatmak istediğim soru budur. Henüz çok üstünkörü olan varsayım, ikincinin ilkine imkan tanıdığıdır; karmaları düşünmekten kaçındığımız ölçüde, kesişmeleri mümkün hale gelir, içinde bulunduğumuz istisnai durumun nihayet kavramamıza imkan verdiği, modernlerin paradoksu budur. İkinci soru premodernlerle, öteki doğa-kültürlerle ilgilidir. Yine çok kaba olan varsayım şudur ki, kendilerini karmaları düşünmeye verirken, çoğalmalarını engellediler. Onlar ile Biz arasındaki Büyük Paylaşımı açıklayacak ve çözümsüz görecilik sorununu sonunda çözmeye imkan verecek olan bu farktır. Üçüncü soru güncel krizle ilgilidir: Modernlik, ayırma ve çoğaltma çalışmasında bu denli etkili olduysa, bugün neden gerçekten modern olmamızı engelleyerek zayıflıyor? Aynı zamanda en zoru da olan son soru bundan kaynaklanmıyor: Artık modern olmayı bıraktıysak, artık çoğaltma çalışmasıyla arındırma çalışmasını ayıramıyorsak, sonumuz ne olacak? Modernlik olmadan Aydınlanma nasıl talep edilebilir? Yine fazlasıyla büyük varsayım şudur ki, var oluşlarını resmi olarak temsil ederek canavarların çoğalmalarını yavaşlatmak, saptırmak ve düzenlemek gerekecektir. Bir başka demokrasi mi gerekli olacaktır? Şeylere yayılmış bir demokrasi? Bu sorulara cevap vermek için, premodernlerde, modernlerde ve hatta postmodernlerde kalıcı ve ölümcül ne varsa ayıklamak zorunda kalacağım. Kısalığından başka özrü olmayan bir deneme için çok fazla soru, bunu görüyorum. Nietzsche büyük sorunları soğuk duşlara benzetirdi: Hemen girilip çıkılması gereken soğuk duşlar...
Bruno Latour, Çev: İnci Uysal, Biz Hiç Modern Olmadık, İstanbul:Norgunk, 2008, ss.17-19.
Modern Nedir?
Reviewed by Tarih ve Felsefe
on
15.5.17
Rating: