Marcus Aurelius

Demokrasi

Ferdinand de Braekeleer-Fury of the French in Antwerp
Bir yasanın nasıl uygulanması ve yorumlanması gerektiğini, yasayı yapandan daha iyi kimse bilemez. Bu nedenle yürütme gücünü yasama gücüyle birleştiren bir anayasadan daha iyisi olamaz gibi görünür. Fakat öyle bir yönetimi kimi bakımdan yetersiz kılan da yine budur; çünkü birbirinden ayrılmaları gereken şeyler ayrılmamıştır ve hükümdar ile egemen varlık aynı kişi olduğundan, hükumetsiz bir hükumet kurmuş gibi olurlar.
Yasayı, onu yapanın uygulaması iyi olmadığı gibi, halk denen bütünün, dikkatini, genel işlerden özel konulara çevirmesi de iyi değildir. Özel çıkarların kamu işlerini etkilemesinden daha tehlikeli bir şey olamaz; hükumetin yasaları kötüye kullanması ise, kişisel çıkarların kaçınılmaz bir sonucu olarak yasacının kokuşmasından daha kötü değildir. Böyle durumlarda, devlet özünde bozulduğu için herhangi bir reform da yapılamaz olur. Hükümeti hiçbir zaman kötüye kullanmayan halklar, bağımsızlığı da kötüye kullanmazlar; kendini her zaman iyi yöneten bir halkın yönetilmeye de gereksinimi olmaz.
Demokrasi sözcüğü tam anlamında alınacak olursa gerçek demokrasi hiçbir zaman var olmamıştır ve olmayacaktır da. Çoğunluğun yönetmesi ve azınlığın yönetilmesi, doğal düzene aykırıdır. Halkın, kamu işleriyle uğraşmak için sürekli toplantı durumunda olması düşünülemez; ayrıca bu işler için yan kurullar (komisyonlar) kurmanın da, yönetim biçimi değişmediği sürece, olanaksız olduğu kolayca anlaşılır.
Gerçekte, sanırım bir ilke olarak şunu ortaya atabilirim ki, hükumetin işlevleri birçok kurul arasında paylaşıldığı zaman üyesi daha az olan kurullar, er geç daha büyük yetke elde ederler. Belki de bunun nedeni, bu kurulların, işleri, üye sayılarının az olmasından gelen kolaylıkla çabuk sonuçlandırabilmeleridir.
Ayrıca böyle bir hükumetin oluşabilmesi için nice güç koşulun bir araya gelmesi gerekmez mi? Önce, devlet çok küçük olacak ki, halkı toplamak kolay olsun ve her yurttaş tüm öteki yurttaşları kolayca tanıyabilsin; sonra, töreler çok yalınç olacak ki, işler yığılmasın ve çetin tartışmalar önlenebilsin; daha sonra ise sınıfsal ve varlıksal eşitlik olacak ki, haklarda ve yetkede eşitlik uzun süreli olabilsin; son olarak da lüks az olacak ya da hiç olmayacak ki, yoksul da, varsıl da kokuşmasın; çünkü varsıllığın sonucu olan ve varsıllığı zorunlu kılan lüks, varsılı mal mülk edinme hırsına, yoksulu ise açgözlülüğe iter; yurdu gevşekliğe ve boşluğa sürükler; devletin elinden tüm yurttaşlarını alır; onları hem birbirlerine hem de kamuoyuna tutsak eder.
Bir başka ünlü (Montesquieu) de işte bunun için erdemi, cumhuriyetin ilkesi olarak göstermiştir, çünkü tüm bu koşullar, erdem olmazsa' varlığını sürdüremez. Ne var ki, bu parlak öke (dâhi), zorunlu ayırtlamaları yapmadığı için düşüncelerinde çoğu zaman doğruyu, kimi zaman da açıklığı yakalayamamış ve, -egemen yetkeler yanda aynı olduğuna göre- aynı erdem ilkesinin, iyi kurulmuş bir devlette, elbette ki hükumetin biçimine göre , az çok yer alması gerektiğini anlamamıştır.
Şunu da ekleyelim ki, hiçbir yönetim, demokrasi ya da halk yönetimleri ölçüsünde iç savaşlara ve karışıklıklara açık değildir; çünkü hiçbir yönetim, ısrarla ve sürekli olarak biçim değiştirmeye onlar gibi yatkın değildir ve bu yüzden de varlığını korumak için onlardan daha çok uyanıklık ve yüreklilik isteyen hiçbir yönetim yoktur. Özellikle böylesi bir yapı içindedir ki, yurttaş, güçlü ve dirençli olmalı ve erdemli bir palatinin (Eyalet Valisi) Polonya Diet meclisinde söylediği şu sözleri yaşadığı sürece her gün, yüreğinin derinliklerinde duyumsayarak yinelemeli: Malo periculosam libertatem quam quietum servitium. (Tehlikeli özgürlüğü rahat köleliğe yeğlerim.)
Tanrıların bir halkı olsaydı, demokrasi ile yönetilirdi. Böylesine yetkin bir yönetim insanlara göre değil.

Jean-Jacques Rousseau, Çev: Alpagut Erenuluğ, Toplum Sözleşmesi, İstanbul:Öteki Yayınevi, 2014, ss.112-114.
Demokrasi Demokrasi Reviewed by Tarih ve Felsefe on 1.1.17 Rating: 5
Blogger tarafından desteklenmektedir.